31 Ağustos 2013 Cumartesi

Barış Hemen Şimdi-2 Eylül 2013 tarihli Edremit 10Haber Gazetesindeki yazım

Peace, Paix, Paz, Mir, Pax, Tsumukikatu, Sulh, Salam, Jam, Irini, Malu, Shalom…
İstisnasız tüm dünya dillerinde karşılığı olan sayılı sözcüklerden biridir Barış… 1 Eylül de Dünya Barış Günü…
1 Eylül 1939 sabah saatleri… Hitler’in emriyle Alman zırhlı birlikleri ve piyadeleri Polonya sınırını geçtiler. Tarih kitaplarına 2. Dünya Savaşı adıyla geçecek olan ikinci emperyalist paylaşım savaşı resmen başladı. Savaşa katılan ülkeler ve çatışmaların yaşandığı alanlara bakılacak olursa tam Dünyayı tam anlamıyla kan gölüne çeviren savaş altı yıl sürdü. Savaşa katılan, işgal edilen, topraklarında operasyonlar düzenlenen 58 ülkeden toplamda 73 milyona yakın insan yaşamı yitirdi. Bunların 42 milyonu sivildi. Toplama kamplarında soykırım politikasına uygun olarak yok edilen yaklaşık 6 milyon Yahudi’yi de eklerseniz toplam sivil kaybı 48 milyona ulaşır.
En büyük zararı -kullanılamaz hale gelen topraklar, ölü-kayıp sayısı, iş gücü kaybı vs.- Sovyetler Birliği ve sonradan Doğu Bloku’nu oluşturacak Doğu Avrupa ülkeleri gördü.
Savaş bittikten sonra 1949 yılında savaştan en çok zarar gören ülkelerdeki barış amaçlı organizasyonların öncülüğünde Dünya Barış Konseyi kuruldu. Dünya Barış Konseyi kurulduğu 1949 yılından beri barış, silahsızlanma küresel güvenlik, ulusal bağımsızlık, ekonomik ve sosyal adalet ve gelişim, çevrenin korunması, insan hakları, bağımsızlık mücadelesi veren halklarla dayanışma için ve emperyalizme karşı mücadele etmektedir. Kurucu başkanı Frederic Joliot-Curie'nin "Barış herkesin işidir" sözünü kendine ilke edinen DBK, dünyanın pek çok ülkesinde bulunan barıştan yana örgütlerin federasyonudur. İşte bu federasyon Dünyanın yaşadığı en büyük felaketin başlangıç gününü, tüm insanlık ders alsın ve aynı felaket yeniden yaşanmasın diye Dünya Barış Günü ilan etti.
Emperyalizme karşı savaş verenlerin Barış Günüdür 1 Eylül. Dünyadaki en büyük emperyalist organizasyon olan BM asla kutlamamıştır. BM’ye göre Dünya Barış Günü 21 Eylüldür.
Atatürk, barışın önemini Cemiyeti Akvam’dan, Milletler Cemiyetinden, Birleşmiş Milletlerden ve Dünya Barış Konseyi’nden önce vurgulamaya başlamıştır. Dünyanın gördüğü en büyük askeri dehalardan biri olan Atatürk daha 1923’te yaptığı bir konuşmada “Behemehal şu veya bu sebeple milleti harbe sürüklemek taraftarı değilim, Harp zarurî ve hayatî olmalıdır. Hayatı millet tehlikeye maruz kalmadıkça harp cinayettir. Gerçek kanaatim şudur: Milleti harbe götürünce vicdanımda acı duymamalıyım, ‘öldüreceğiz’ diyenlere karşı ‘ölmeyeceğiz’ diye savaşa girmeliyiz” demiştir. “Yurtta barış, Dünyada barış” sözünü tüm yüreğiyle söylemiş ve yaşamının her an ve alanına sindirmiştir.
Geride bıraktığımız 3500 yıldan yalnızca 230 yılı barış içinde geçtiğini düşünecek olursak barışın önemini, barışın değerini daha iyi anlayabiliriz sanırım.
İnadına Aşk, İnadına İsyan, İnadına Devrim, İnadına Özgürlük, İnadına Barış, İnadına Kardeşlik diyenler…
Kahrolsun Emperyalizm diyenler…
Yaşasın Halkların Kardeşliği diyenler…
Yaşasın İnsanların Kardeşliği diyenler…
Susma Haykır Savaşa Hayır diyenler…
Barış Hemen Şimdi diyenler…
Yani biz, yani bu ülkenin aydınlık yüzleri, yani tehlikenin farkında olanlar, yani emperyalizmin ve emperyalist işgallerin maşası olmak istemeyenler, yani kardeşkanı dökmek istemeyenler, yani Suriye’ye, İran’a, Irak’a, Mısır’a, Libya’ya saldırmayın diyenler;
1 Eylül Dünya Barış Günümüz Kutlu Olsun…
Olmaz ya yarın barış dolu bir güne uyanmak en büyük dileğim.

Sevgiyle…

25 Ağustos 2013 Pazar

Yazılmamış Yazı- 26 Ağustos 2013 günü Edremit 10Haber Gazetesinde yayınlanan yazım

Bu hafta bir başbakanın yaptıklarını yazacaktım.
Vatandaşına “lan”,
çiftçiye “ananı da al git”
dolandırılan gurbetçisine “ bana mı sordun paranı verirken”
terörle mücadele ederken şehit düşen askeri için “askerlik yan gelip yatma yeri değildir”,
göçük altında kalan madencisine “onların ki güzel ölüm”
yaralı göstericiye “kadın mı kız mı belli değil”
kendisini protesto edenlere “üç beş çapulcu” diyen bir başbakanın yaptıklarını…
Öyle bir başbakan ki, polis orantısız şiddet kullandığında, yurttaşın canını aldığında polise teşekkür eden ve ellerine sağlık diyen bir başbakan…
Öyle bir başbakan ki, ülkesinde bir bombalama eyleminde resmi olarak 64 gayrı resmi kaynaklara göre iki yüzden fazla yurttaşı öldüğünde taziyeden önce ABD’ye gidip direktif alan bir başbakan…
Öyle bir başbakan ki, ülkesinin gördüğü en büyük protesto eylemleri başladığında Fas’a gidip ticaret bağlantıları kurmaya çalışan bir başbakan…
Öyle bir başbakan ki, “komşularla sıfır sorun” diye yola çıkıp, bütün komşularıyla kavga eden bir başbakan…
Öyle bir başbakan ki, sıfır noktasında terörü üstelik bir de teröre sıfır tolerans derken doksan yıllık cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir noktaya çıkaran bir başbakan…
Öyle bir başbakan ki, terör örgütüyle görüşen şerefsizdir dedikten sonra, haberalma örgütü başına terör örgütü lideriyle görüşme ve pazarlık emri veren bir başbakan…
Öyle bir başbakan ki, ulus tarihinin en büyük ihanet projesine eş başkan olmakla övünen, “ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” diyen bir başbakan…
Öyle bir başbakan ki, ileri demokrat olduğunu söyleyip halkıyla arasına bin 500 koruma sokan bir başbakan…
Öyle bir başbakan ki, kendi ülkesinde yaşanan protestolara kulak vermeyip, üç gün önce kardeşim dediği ve diktatör ilan ettiği bir lidere “halkın sesini dinlemelisin” diyen bir başbakan…
Öyle bir başbakan ki, el sıkıştığı, sarıldığı, dostu hatta kardeşi olduğunu söylediği her liderin öldürüldüğü bir başbakan…
Öyle bir başbakan ki, elin işgalci orduları için dua ederken kendi askerini zındanlara attıran bir başbakan…
Öyle bir başbakan ki, demokrasiyi şeriata giden yolda bir tramvay olarak gören bir başbakan…
Öyle bir başbakan ki, hakkındaki yolsuzluk dosyasını sumen altı ettiren bir başbakan…
Öyle bir başbakan ki, her şeyi yalnızca kendisinin bildiği iddia edecek kadar megaloman bir başbakan…
Ama çevrede öyle bir başbakan olmadığı için yazacak bir şey de bulamadım. Yani bu yazı aslında yazılmadı. Bu yazılmamış bir yazı.
Onun yerine size bir fıkra anlatayım ben, daha doğrusu bir soru sorayım;
Soru: Dünyanın en büyük megalomanı kimdir?
El-cevap: Haliç’te sırt üstü yüzerken köprü açık mı diye düşünen karasinek…


Sevgiyle…

6 Ağustos 2013 Salı

Ergene-Kondu



Çok güzel, çok coşkulu bir hafta sonu geçirdik. Gençlik Muhalefeti bu yıl ki yaz kampını, GÜMÇED’in çağrısı ve katkısıyla Zeytinli kamp ve piknik alanında yapmıştı. Hafta boyunca yaşları 17 ile 26 arasında değişen pırıl pırıl, her biri enerji ve zeka küpü gençlerle birlikteydik. 
Kamp boyunca forumlar, sunumlar, paneller yaptılar. Resim, müzik, tiyatro atölyelerinde çalıştılar, beraber müzik dinleyip, filmler izlediler. Aralarında Brezilya'dan dayanışma için gelen Juntos hareketi temsilcisi Thiago Aguiar da vardı. Brezilya’da yaşananları paylaştı ve buradaki doğa direnişine desteklerini sundu.
Cumartesi günü “Doğa İçin Direniş” yürüyüş ve mitingini birlikte yaptık. Yürüyüş ve mitingin ardından sözcüklerle anlatılamayacak kadar coşkulu bir konser gerçekleştirildi. Özellikle Bandista sahneye çıkıp da şarkılarını söylemeye başladığında, konser alanında oturan, dans etmeyen tek kişi bile yoktu. Miting ve konser sona erdikten sonra gençlerin bıraktığı alan, mitingin başladığı andan daha temizdi. İmece yöntemiyle tertemiz bir alan bıraktılar.
Pazar günü kampın son günüydü ve son gün olmasına karşın gençlerin coşkusunda azalma yoktu. Kurdukları düzen saat gibi tıkır tıkır işledi. Son ana kadar gençler yaptıkları işin ciddiyetini ve coşkusunu korudular.
Şimdi o gençlerden ikisi ile GÜMÇED yöneticilerinden birine, 2911 sayılı yasaya muhalefet etmekten ve başbakana hakaretten soruşturma açılmış.
Hafta sonunun güzelliği ve coşkusunu üzerimizden atamadan İstanbul Özel Yetkili Mahkemesi Türk tarihinin en büyük hukuk katliamlarından birine imza attı. Ergenekon Davasında kararı açıkladı. Yirmidört yıldır hukuk camiasının içindeyim. Ergenekon Davasını da büyük bir ilgiyle izledim. Yapılan tarihi ve hukuksal yanlışlıkları gördüm ve dehşete kapıldım. Bu kararları veren yargıçlar, bu kararları hukuk fakültesi sınav sorularına yanıt olarak verseler Ceza Genel Hukuku, Ceza özel Hukuku, Ceza Usul Hukuku, Hukuk Felsefesi hatta Hukuk Başlangıcı derslerinin tamamından sene tekrar etmek zorunda kalırlar, ağızlarıyla kuş tutsalar fakülteden mezun olamazlardı.
Öncelikle bir konuyu açıklığa kavuşturmak istiyorum ki yanlış anlaşılmasın. Yargılananların hepsi masum demiyorum. Ergenekon adı verilen gizli, paramiliter bir örgüt yok demiyorum. Türkiye’de Gladio yok demiyorum. Yargılananların içinde Türk Gladiosu Ergenekon’a mensup kimse yok demiyorum. Elbette var ama yargılanan gerçek Ergenekon değil.
NATO üyesi ülkelerin tamamında kurulan ve olası Varşova Paktı-NATO savaşlarında, sosyalist ülkeler tarafından gerçekleştirilebilecek işgallere karşı halkı örgütlemek ve direniş organizasyonunu sağlamak gibi masumane(!) bir amacın arkasına gizlendi bu paramiliter örgütler. Asıl amaç ve görevlerinin neler olduğuysa uygulamada ortaya çıkacaktı: Terör, sözcüğün gerçek anlamıyla terör. Örgütün İtalya'daki adı Gladio (Kılıç) idi. Yunanistan'da B-8 ya da Sheep Skin (Koyun Postu), Belçika'da SDRA-8, Hollanda'da NATO Command, Batı Almanya'da Gehlen Harekatı, Stay Behind ya da Sword, Avusturya'da Schwert, Fransa'da Rüzgar Gülü, İspanya'da Anti-Terör Kurtarma Grubu (GAL), İngiltere'de ise Secret British Network olarak bilindiği bu ülkelerin yetkililerince açıklandı. Örgüt, Türkiye'de resmi yapı içerisinde Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı olmakla birlikte Ergenekon olarak biliniyor.
Soruşturmanın ve davanın temelinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümetini devirmeye teşebbüs etme savı var. Davanın açıldığı ülkemiz de dahil olmak üzere Dünyanın hiçbir yerinde hükümeti devirmeye teşebbüs etmek suç değildir. Muhalefetin amacı budur zaten: Hükümeti devirmek ve iktidar olabilmek. Soruşturmayı hukuka uygun duruma getirebilmek bir kılıf bulunmasına bağlıydı ve bulundu: Ergenekon (bir) Terör Örgütü(dür).
Bir gecekonduda bulunan ve Cumhuriyet gazetesine düzenlenen saldırıda kullanılanlarla aynı seriden olduğu belirlenen el bombaları ile başlayan soruşturma, saldırıya uğrayanın saldıran olduğu bir aşureye dönüştürüldü. İş o kadar karıştı ki aşure tanımlaması bile yetersiz kalmaktadır. Aşure farklı yiyeceklerin karıştırılması ve birlikte pişirilmesiyle yapılan bir yemektir. Fakat bu karışıklık içinde bile örneğin kuru üzümle sarımsak bir arada bulunmaz. Bu işin yalnızca bir yönü…
Ergenekon ile ilgili savları tek tek burada incelemeyeceğiz ancak bir örneği soruşturmanın ciddiyeti konusunda bir fikir vermesi için buraya alıyoruz. Suçlamaya göre Ergenekon PKK, DHKP/C, Hizbullah, TİT (Türk İntikam Tugayı), MLKP, Hizbuttahrir örgütlerini denetliyor ve yönetiyor. Sayılan tüm örgütlerin (TİT dışında) hatırı sayılır miktarda silahlı militanı vardır. Merkezi bir karar mekanizması olsa ve bu mekanizma gerçekten etkili olsa istikrarsızlık ve darbe ortamı yaratmak için yıllarca çabalamalarına gerek kalmazdı. Bu kadar militan ülkeyi birkaç gün içinde kan gölüne çevirirdi.
Soruşturma genişletilmeye ve bu arada sulandırılmaya başlandı. O kadar ki ÇYDD’den burs alan 15 bin öğrenci araştırıldı, terör(!) örgütleri ile ilgileri olup olmadığı soruşturuldu. Hazırlık soruşturması sırasında gizli kalması gereken kanıtlar belirsiz ellerce medyaya –basın sözcüğünün suyu çıktı- servis edildi. Ulaşılması çok katı kurallara bağlanmış telefon görüşmeleri çözümlemeleri her televizyon ve gazetede yayımlandı. Toplumda önyargı yaratıp kamuoyu önünde mahkum etme amacı güdüldüğü çok açık.
Sanıkların bir kısmı kendilerine karşı suç işlemekle itham edilirken, kendisine saldıranla birlikte yargılanıyorlar. Tam onyedi dava dosyası birleştirildi. Siyasi iktidar paramiliter tipi bir örgütü çökertme savını, var olan ve olabilecek karşıt görüştekileri yok etmek için kullanmaktadır korkusu gerçek olmuştur. Halkın gözünde bu gerici dalgayı engelleyebilecek en güvenilir kurumu yıpratmaya yönelik bir dizi çalışma bu korkuyu güçlendirmektedir. Önce emekli olanlardan başlandı, sonra sıra görevdekilere geldi. Giderek alt kademeye inerek TSK’yi güçsüzleştirme, etkisizleştirme çalışmalarını sürdürdüler. MİT ve Emniyete ağır silah alma yetkisi de gündeme gelince, iktidarın TSK’yi gözden çıkardığı, kendi vurucu gücünü kurma yolunda emin adımlarla ilerlediği ve olası bir siyasi darbeye karşı duracak güçleri sindirmek için kendi güçlerini oluşturduğu düşünülmeye başladı.
Bu yazı burada bitmez.
Sevgiyle…