25 Eylül 2013 Çarşamba

Gördüm Geldim Anlattım…

20 Eylül Cuma günü bir müvekkilimle görüşmek için Silivri Cezaevine gittim. Sabah Esenler otogarında Silivri’ye gidecek otobüsü beklerken ve dönüşte gene Esenler otogarında, hareket öncesi yemek yerken gözlerim doldu, lokmalar boğazıma dizildi. Büyük Usta’nın eserlerini gördüm ve kendisine saygılarımı sundum.
Sabah saat 08.00’de indim Esenler otogarına. Bir gün önce yağmur yağmış yerler ve özellikle yeşil alanlar hala ıslak. O ıslak yeşil alanlarda mukavva kutuların üstüne serilmiş kilim ve battaniyeler arasında uyuyan küçük çocuklar, hasta olmasınlar diye onları kendi bedenleriyle ısıtmaya çalışan genç yaşlı kadınlar, o çocuklara yiyecek bir şeyler bulabilmek için otogarda dört dönen genç yaşlı erkekler…
Suriyeli mülteciler olduğunu anlıyorsunuz daha ilk bakışta. Birkaç tanesi ile konuşmak istiyorum ama ben Arapça bilmiyorum, onlar Türkçe ya da İngilizce. Çat pat birkaç sözcük konuşabiliyoruz. Sayıları seksen civarında ve neredeyse yarısı çocuk.
Ne onlar dertlerini tam anlatabiliyor ne ben tam olarak anlayabiliyorum. Ama savaştan kaçtıklarını ve asıl kaçtıkları şeyin Esad zulmü olmadığını anlatabiliyorlar. Mülteci kamplarında neden kalmadıkları konusunu öğrenmeye çalışıyorum. Mezhep farklılığı nedeniyle kamplarda olmadıklarını söylüyorlar. Kamplara kabul edilmeyen ve İstanbul’a gelen sığınmacıların Alevi olduğunu ve yardımsever insanların ve savaş karşıtlarının bu sığınmacılara yardım ettiklerini çevreden öğrendim. Gözlerimde biriken yaşların ağırlığından iki büklüm olmuştum ki Silivri otobüsü geldi ve ben otogardan ayrıldım.
Müvekkilimle görüşüp Edremit’e dönmek için yeniden otogara geldim. Biletimi alıp hareket saatini beklerken bir şeyler yemek için bir lokantaya girdim, siparişimi verdim. Gerçekten güzel hazırlanmış yemeğimi, tek başıma yemek yerken hep yaptığım gibi kitabımı okuyarak yemeye başladım.
Her şey yolundaydı. Ta ki garsonun “Şef o yemekler Suriyelilerin” sözünü duyana kadar. Hem iyi hem kötü…
O insanlara yardım edildiğini görmek iyi. Sonrası kötü. Bu yardım nereye kadar devam eder bilinmiyor çünkü. Otogarda yemek konusunda çok darda kalmadıklarını gördüm. Çünkü otogarda yiyecek alanında çalışanların büyük bölümü Kürt ya da Arap kökenli. Bu anlamda şanslılar diyebiliriz.
Peki ya barınma? Şimdilik havalar çok soğuk değil ama bir ay sonra? O çocuklar nerede kalacaklar? O anneler ne zamana kadar çocuklarını bedenleriyle ısıtacaklar?
Suriye ile savaş arayanların, ne pahasına olursa olsun Suriye’ye saldırmak isteyenlerin eseri toprak üstünde uyuyan çocuklar. Ve onlara rağmen halkların kardeşliğini yaşayanların eseri karnı doyduğu için o çocukların gülen gözleri.
Sahi Büyük Usta müslümandı değil mi? Hani “yaratılanı severim yaratandan ötürü” diyen, “komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildir” diyen dinin mensubuydu.
Yoksa dayattığı İslami yaşam biçimi bunları içermiyor mu?
Yoksa İslamiyet “düşene bir tekme de sen vur, kim olursa olsun önem verme” mi diyor?
Yoksa Büyük Usta Müslüman değil mi?
Allah’ın ve peygamberin adını anarken yalan mı söylüyor?
Kafam karıştı.
Ne olur biri bana açıklasın.
Bizi bize bıraksınlar. Halklar kendi aralarında çözsün sorunlarını. İnanın çok daha az kavga çıkar, çok daha az çocuk öksüz, yetim, yersiz-yurtsuz kalır.
Arap’ın Türk’le, Türk’ün Kürt’le, Kürt’ün Ermeni’yle, Ermeni’nin Acem’le sorunu yok.
Sorun denizler ötesinden gelip topraklarımıza göz dikenlerle.
Biz elele verirsek hepsini defederiz.

Sevgiyle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder