20 Eylül Cuma günü bir müvekkilimle görüşmek için Silivri
Cezaevine gittim. Sabah Esenler otogarında Silivri’ye gidecek otobüsü beklerken
ve dönüşte gene Esenler otogarında, hareket öncesi yemek yerken gözlerim doldu,
lokmalar boğazıma dizildi. Büyük Usta’nın eserlerini gördüm ve kendisine
saygılarımı sundum.
Sabah saat 08.00’de indim Esenler otogarına. Bir gün önce
yağmur yağmış yerler ve özellikle yeşil alanlar hala ıslak. O ıslak yeşil
alanlarda mukavva kutuların üstüne serilmiş kilim ve battaniyeler arasında
uyuyan küçük çocuklar, hasta olmasınlar diye onları kendi bedenleriyle ısıtmaya
çalışan genç yaşlı kadınlar, o çocuklara yiyecek bir şeyler bulabilmek için
otogarda dört dönen genç yaşlı erkekler…
Suriyeli mülteciler olduğunu anlıyorsunuz daha ilk bakışta.
Birkaç tanesi ile konuşmak istiyorum ama ben Arapça bilmiyorum, onlar Türkçe ya
da İngilizce. Çat pat birkaç sözcük konuşabiliyoruz. Sayıları seksen civarında
ve neredeyse yarısı çocuk.
Ne onlar dertlerini tam anlatabiliyor ne ben tam olarak
anlayabiliyorum. Ama savaştan kaçtıklarını ve asıl kaçtıkları şeyin Esad zulmü
olmadığını anlatabiliyorlar. Mülteci kamplarında neden kalmadıkları konusunu
öğrenmeye çalışıyorum. Mezhep farklılığı nedeniyle kamplarda olmadıklarını söylüyorlar.
Kamplara kabul edilmeyen ve İstanbul’a gelen sığınmacıların Alevi olduğunu ve
yardımsever insanların ve savaş karşıtlarının bu sığınmacılara yardım
ettiklerini çevreden öğrendim. Gözlerimde biriken yaşların ağırlığından iki
büklüm olmuştum ki Silivri otobüsü geldi ve ben otogardan ayrıldım.
Müvekkilimle görüşüp Edremit’e dönmek için yeniden otogara
geldim. Biletimi alıp hareket saatini beklerken bir şeyler yemek için bir
lokantaya girdim, siparişimi verdim. Gerçekten güzel hazırlanmış yemeğimi, tek
başıma yemek yerken hep yaptığım gibi kitabımı okuyarak yemeye başladım.
Her şey yolundaydı. Ta ki garsonun “Şef o yemekler
Suriyelilerin” sözünü duyana kadar. Hem iyi hem kötü…
O insanlara yardım edildiğini görmek iyi. Sonrası kötü. Bu
yardım nereye kadar devam eder bilinmiyor çünkü. Otogarda yemek konusunda çok
darda kalmadıklarını gördüm. Çünkü otogarda yiyecek alanında çalışanların büyük
bölümü Kürt ya da Arap kökenli. Bu anlamda şanslılar diyebiliriz.
Peki ya barınma? Şimdilik havalar çok soğuk değil ama bir ay
sonra? O çocuklar nerede kalacaklar? O anneler ne zamana kadar çocuklarını
bedenleriyle ısıtacaklar?
Suriye ile savaş arayanların, ne pahasına olursa olsun
Suriye’ye saldırmak isteyenlerin eseri toprak üstünde uyuyan çocuklar. Ve
onlara rağmen halkların kardeşliğini yaşayanların eseri karnı doyduğu için o
çocukların gülen gözleri.
Sahi Büyük Usta müslümandı değil mi? Hani “yaratılanı
severim yaratandan ötürü” diyen, “komşusu aç yatarken tok yatan bizden
değildir” diyen dinin mensubuydu.
Yoksa dayattığı İslami yaşam biçimi bunları içermiyor mu?
Yoksa İslamiyet “düşene bir tekme de sen vur, kim olursa
olsun önem verme” mi diyor?
Yoksa Büyük Usta Müslüman değil mi?
Allah’ın ve peygamberin adını anarken yalan mı söylüyor?
Kafam karıştı.
Ne olur biri bana açıklasın.
Bizi bize bıraksınlar. Halklar kendi aralarında çözsün
sorunlarını. İnanın çok daha az kavga çıkar, çok daha az çocuk öksüz, yetim,
yersiz-yurtsuz kalır.
Arap’ın Türk’le, Türk’ün Kürt’le, Kürt’ün Ermeni’yle,
Ermeni’nin Acem’le sorunu yok.
Sorun denizler ötesinden gelip topraklarımıza göz
dikenlerle.
Biz elele verirsek hepsini defederiz.
Sevgiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder