31 Ekim 2013 Perşembe

90 Yıllık İhanet...



Bugün 29 Ekim 2013… Tam doksan yıl önce bugün tarih tanık olabileceği en büyük ihaneti yaşadı. Bir Osmanlı paşası kalktı Halife/Sultan, Allah’ın elçisinin vekili, padişahımız efendimiz VI. Mehmet Vahidettin’in buyruklarını ve hakimiyetini yıktı ve Cumhuriyeti ilan etti.
Neymiş efendim padişahlık halkı köle yapmış.
Neymiş, devlet geri kalmış, tebaa yoksulluk içinde kırılıyormuş.
Neymiş vatan işgal edilmiş, devlet yıkılıyormuş, erkekler öldürülüyor, kadınların ırzına geçiliyormuş.
Neymiş, yer altı ve yer üstü zenginliklerimiz yağmalanıyormuş.
Sana ne? Yahu sen kimsin? Bir garip paşasın. Senin neyine vatan, senin neyine millet, senin neyine istiklal-i tam? Aldığın emirleri uygula olsun bitsin. Sen Halife/Sultan, Allah’ın elçisinin vekili, padişahımız efendimiz VI. Mehmet Vahidettin’den daha mı iyi bileceksin? Sen Damat Ferit Paşa’dan, sen Ali –nam-ı diğer- Artin Kemal’den daha mı iyi bileceksin? Sen filozof Rıza Tevfik’ten, şair Cenap Şahabettin’den daha mı iyi bileceksin?
Ne oldu? Tam bağımsız bir cumhuriyet kurdun da eline ne geçti?
Yalnızca yirmiyedi yıl sürdü senin rüyan. Sonra eski tas eski hamam oldu. Yeniden bağımlı olduk. Yeniden sömürge olduk. Ama ne inatçı takipçilerin varmış. Tam doksan yıl oldu hala padişahlığı geri getiremedik. Neyse, en fazla on yıl kaldı. İnşallah, 2023’te, senin ihanetinin 100. yılında 21. yüzyılın ilk Osmanlı Padişahı Sultan I. Teyup tahta çıkacak ve Yeni Osmanlı İmparatorluğu doğacak.
İşte o zaman seni yüzyıl boyunca takip edenler, senin askerin olduğunu her yerde bağıranlar, senin izinde olduğunu söyleyip yan gelip yatanlar, senin eserlerini korumayı senin orduna bırakanlar uyanacak. Başlarını vuracak duvar arayacaklar. Bulacaklar da çünkü hepsi dört duvar arasına kapatılmış olacak.
Sen bu halkın gördüğü en büyük hainsin. Neden mi?
Çünkü sen sana sunulan serveti elinin tersiyle ittin.
Çünkü sen yalılarda, saraylarda yaşayıp devleti satmayı reddettin.
Çünkü sen Ya İstiklal Ya Ölüm dedin.
Çünkü sen Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir dedin.
Çünkü sen halkın yoksulluğuna aldırmadan, halkla bir bağımsızlık savaşı verdin.
Çünkü sen sana sunulan sadakayla yaşamayı reddederek, onurlu, bağımsız ve özgür bir devlet kurdun.
Çünkü sen Hürriyet ve İstiklal Benim Karakterimdir dedin.
Çünkü sen halkı kulluktan, tebaa olmaktan, ümmet olmaktan kurtarıp ulusal bir bilinç, ulusal bir kimlik yarattın.
Çünkü sen dizlerinin üzerinde yaşamaktansa ayakta ölmeyi tercih ettin.
Çünkü sen kadınları özgürleştirdin.
Çünkü sen bilimi, aklı yol gösterici olarak gösterdin.
Çünkü sen padişah olabilecekken bir meclis ve o meclisle bir Cumhuriyet kurdun.
Çünkü sen çok şey yaptın.
O nedenle sen bu halkın ve tarihin gördüğü en büyük hainsin. Adının her yerden silinmesi gerekli… Küçücük çocukların zihinlerini kirletmemek için resimlerinin, heykellerinin kaldırılması gerekli… Seni unutturmak gerekli…
Biz öyle inceden çalıştık, öyle planlar yaptık ki bilemezsin. Doksanıncı yılında Cumhuriyetin kuruluşunu kutlamayı suç haline bile getirdik. Kurduğun devletin bayrağını taşıyanları,  İstiklal Marşını okuyanları yargıladık, zindanlara attık.
Özgürleştirdiğin kadınları yeniden paçavraların ve duvarların arasına kapatmak için her şeyi hazırladık.
Bir kez yenildik sana. Bir daha yenilmeyiz diyeceğim ama bu halkın ne yapacağı belli olmaz ondan korkuyorum.
Bu halk bir kez daha silkinirse neler olur ondan korkuyorum.
Bu halk yeniden uyanırsa neler yapar bize ondan korkuyorum.
Saldığımız korku, verdiğimiz uyku ilaçları, oyalanması için önlerine attığımız oyuncaklar etkisini yitirince neler çıkacak ortaya ondan korkuyorum.
Bir on yıl daha kandırabilirsek, bir on yıl daha uyutabilirsek, bir on yıl daha kurduğun cumhuriyete katlanabilirsek… İşte o zaman çok geç olur senin ve Cumhuriyetin için.
Hey siz oradakiler susun bakayım! İnsanları zor uyuttuk, uyanacaklar şimdi ses etmeyin.
***
BİLÂ-ZAMAN
(1936 İspanyası’nda meselâ)
Dönülmez Faşizmin ufkundayız
Vakit çok geç
Demiş Can Yücel…
Ben de diyorum ki hiçbir şey için geç değildir. Yeter Artık Uyan Türkiye!
Sevgiyle…

24 Ekim 2013 Perşembe

Angara’nın Yolları… 25.10.2013 tarihli Edremit 10Haber Gazetesindeki yazım



İp attım ucu kaldı
tarakta kücü kaldı
ben sevdim eller aldı
yürekte acı kaldı

Ankara'nın bağları da
Büklüm, büklüm yolları
Ne zaman sarhoş oldun da
Kaldıramıyon kolları

Pek çok kişi bu türküyü bir Ankara oyun havası sanıyor. Aslı son derece hüzünlü bir Kırıkkale bozlağı olup, kaynak kişisi Seyit Çevik’tir. “Angara’nın yolları” kısmı da sonradan eklenmiştir. İnternette isterseniz Seyit Çevik’ten özgün yorumunu, isterseniz Kardeş Türküler Grubu üyesi Feryal Öney’den içli yorumunu dinleyip hüzünlenebilir ya da Angaralı Coşkun’dan yozlaşmış halini dinleyip göbek atabilirsiniz.
Ankara Ovası alabildiğine geniş bir arazidir. Bu geniş arazide tek tek ağaçlar gözünüze çarpar. Ağaçlar o kadar seyrektir ki ağustos sıcağında ilaç için gölge bulamazsınız pek çok yerde. İşin ilginç yanı 1402’de yapılan Ankara Savaşı sırasında Türk-Moğol Hükümdarı Timurlenk fillerini ağaçların sıklığından Ankara Ovasına sokamamış. Ardından başlayan ağaç katliamı yüzyıllar boyu sürmüş ve bu günkü bozkır ortaya çıkmış.
Ankara uzun yıllar insan sağlığını tehdit edecek kadar kirli havasıyla anıldı. Murat Karayalçın’ın belediye başkanlığı döneminde başlattığı yeşil alanların arttırılması, doğalgaz alt yapısının oluşturulması, toplu taşımanın yaygınlaştırılması, metro inşaatının başlatılması, kaçak ve kalitesiz kömürün önlenmesi çalışmalarıyla havası oldukça temizlenmişti. Sonra AKP ve İ. Melih başgan geldi ve her şey eskisi gibi oldu. Doğal gaz fiyatları Ayyuk’a çıktı. (Ayyuk, Göğün kuzey yarım küresinde bulunan Arabacı Takımyıldızının en parlak yıldızı.) Kaçak kömür aldı yürüdü. Toplu taşıma tu kaka ilan edildi. Şimdi AKP ve İ. Melih başgan gözünü Ankara’nın akciğerlerine dikti. Atatürk’ün boz ve kır bir toprak parçasından yarattığı Atatürk Orman Çiftliğine Başbakanlık Sarayı ve ABD Elçiliği kondurmak için dönümlerce arazi ağaçtan arındırıldı. AOÇ’de 3 bin ağaç kesildi.
Sonra sıra başka ormanlık alanlara geldi. İlk fidanlarını 12 Mart faşizminin astığı Yusuf Aslan, Hüseyin İnan gibi devrimcilerin diktiği ODTÜ Ormanlarına… Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, belediyenin fışkiyesini kıranı hala bulamayanı, RedHackçileri yakalayamayanı İ. Melih Gökçek Angaralı Coşkun yorumunu çokça dinleyip coşmuş olmalı ki yeni yollar yapmak için kolları sıvadı. Bu iş için de her zaman yaptıkları gibi en güzel, en özel yerlerden biri olan ODTÜ ormanını seçti. Bir gecede, yangından mal kaçırır gibi, iş makineleri ve polis korumasında girip 2 bin 388 ağacı kestiler. Ama hakkını yemeyelim İ. Melih Başkanın, parasını vermişler.
Sorun yalnızca üç beş ağaç değil hala anlamadınız mı?
Sorun yalnızca Ankara’da AOÇ ve ODTÜ ormanları ile gerici 31 Mart ayaklanmasının simgesi Topçu Kışlasının yapılması için Taksim’de kesilecek ağaçlar değil. Bu işin ideolojik yönü... Bu hükümet Osmanlı torunu ya, yenilikçi, devrimci kişi ve kuruluşlar tarafından yoktan var edilen yeşil alanlar dolar yeşiline kurban edilecek.
Bir de yol-cami-medeniyet ilişkisi var tabii. Yol medeniyettir buyurdu hazretleri. Daha beş ay önce canlarını kurtarmak için camiye sığınan Gezi direnişçilerini suçlamıştı. “Camiye ayakkabıları ile girdiler” demişti. Şimdi yol için cami bile yıkarım diyor. Meşhur %50’den kimse de kalkıp Sultan Hazretlerine sormuyor bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diye. Bunları düşünürken gece yarısı baskınının sebebi hikmeti ortaya çıktı. O ağaçlar kesilmeli, o yol açılmalıydı çünkü 29 Ekim’de bir alış veriş merkezi açılacak ve ODTÜ ormanı katledilerek açılan yoldan geçiş sağlanacak.
Ağaç ve yeşil katliamının bir de rant yönü var elbette. Rant için neler yapmadılar, 8-10 bin ağacın ve milyonlarca vatan evladının gözünün yaşına mı bakacaklar? Üçüncü köprü güzergahında birkaç bin ağacın yanlışlıkla kesildiğine inandınız mı? Güzergahı düzeltecekler ve birkaç bin ağaç daha kesilecek. Boşalan alanlara da rezidanslar, AVM’ler, villalar dikecekler. Sonra gelsin paracıklar.
Başka? Başka Kaz Dağlarını yok edecekler. Altın arayarak, gümüş çıkartarak, bor bulmak için, boraksı gün yüzüne çıkarmak için, bakır için, alüminyum için, kalay için Kaz Dağlarının böğrünü delecekler. Suyuna ve toprağına siyanür karıştıracaklar. İda’nın bin pınarından zehir akıtacaklar.
Yani demem o ki mesele üç-beş ağaç değil arkadaş hala anlamadın mı?
Sevgiyle…

10 Ekim 2013 Perşembe

Adalete Balyoz İndi…11 Ekim 2013 Tarihli Edremit 10Haber Gazetesindeki köşe yazım...

Başlıktan da anlayabileceğiniz gibi bu hafta Yargıtay tarafından karara bağlanan Balyoz Davası hakkında yazıyorum. Ama önce küçük bir test yapalım:
Soru 1: Özal iPhone5 kullanmış olabilir mi?
a-) Olamaz
b-) Yok artık!
c-) Daha zaman makinesi icat edilmedi
d-) Balyoz sanığı ise olabilir
Soru 2: Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı üzerinde saatte 1000 km hızla giderken kim gözcülük yapabilir?
a-) Alex De Souza
b-) Süpermen
c-) Uçan Kaz Morton
d-) Balyoz sanığı
Soru 3: Bir adama 20 yıl ceza neden verilir?
a-) Adam öldürmekten
b-) Tecavüzden
c-) Gasptan
d-) Sahte bir cd yüzünden
Soru 4: TRT canlı yayınında sualtında kim belge hazırlayabilir?
a-) Mc Gyver
b-) Denizkızı Eftelya
c-) Kaptan Nemo
d-) Balyoz sanığı bir SAT komandosu
Soru 5: Henüz yapılmamış bir gemide kim görevlendirilmiş olabilir?
a-) Captain Jack Sparrow
b-) Temel Reis
c-) Captain Kirk
d-) Bir Balyoz sanığı
Soru 6: AİHM’nin tutuklu Balyoz sanıklarının derhal salıverilmesine karar verilmesinin gerekçesi nedir?
a-) Sahte deliller
b-) Savunma hakkının kısıtlanması
c-) Tanıkların dinlenmemesi
d-) Hepsi
Soru 7: Hangi filmde yüzlerce kişi sahte cd yüzünden 20’şer yıl hapis cezası almıştır?
a-) Yüzüklerin Efendisi
b-) Star Wars
c-) Kuzuların Sessizliği
d-) The Balyoz
Soru 8: Sizce bir sanığa 20 yıl hapis cezası nasıl verilmiş olabilir?
a-) Tanık dinlenmeden
b-) Dosyası bilirkişiye gönderilmeden
c-) Lehte delilleri saklanarak
d-) Hepsi

Bütün soruları “d” yanıtı vererek doğru yanıtlayan okuruma İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi sponsorluğunda Silivri L Tipi veya Hasdal Askeri Tip Tatil Köylerinde 20 yıl tatil hediye ediyorlar.
Hepiniz Balyoz Davasını duymuşsunuzdur. Çoğunuz da ne oluyor yahu bu askerlere demişsinizdir. Bir kısmınız da gazeteleri, internet sitelerini, haber programlarını izleyip işin aslını araştırmışsınızdır.
Şimdi ben sizlere işin aslını, bu balyozcuların ne menem adamlar olduğunu anlatacağım. Bi kere bunlar çok becerikli adamlar/kadınlar. Neler neler yapmışlar aklınız durur. Mesela içlerinden biri ki kendisi Kardak’ta gariban Yunan askerlerini kovalayan alçaklardandır, denizin bilmem kaç metre dibinde, devletin televizyonu karşısında çekim yaparmış gibi yaparken ofisinde belge hazırlayabiliyor. Sonra bir başkası görevli olarak gittiği Almanya’dan geçici görevle ABD’ye gönderildiği ve burada bulunduğu sırada Ankara’da bir toplantıya katılabiliyor. Ayrıca neredeyse hepsi inşa edilmemiş binalarda, kurulmamış derneklerin, yapılmamış toplantılarına katılabilecek kadar yetenekli. Yok canım, bu adamlar Süpermen, Örümcek Adam falan değil, öyle üç gözü, altı parmaklı elleri olan, kuyruklu boynuzlu uzaylılar da değiller, sizin benim gibi ademoğlu/havvakızı hepsi. Ama ne kurnaz, ne yeteneklidir onlar. Şeytana pabucunu ters giydiren cinsten…
Ama bizim cevval, cingöz polis ve savcılarımızdan kaçar mı? Hepsinin foyasını tek tek ortaya çıkardılar. Külyutmaz hakimler de yapıştırdılar cezayı. Bu arada bazı tanıklar dinlenmemiş, bazı gizli tanıklar yalan söylemiş, bazı deliller uydurmaymış, kime ne? Bir insanın aynı anda iki yerde birden olması imkansızmış, kim dinler? Siz değil miydiniz kardeşim imkansızı başarırız mucizeler zaman alır diye bağıran? Yapmışsınızdır.
İstanbul’da öğrenciyken tanık olduğum bir olay geldi aklıma. İstanbul Üniversitesinde bir protesto eylemi yapılır. Rektörlük olaya karışanlar hakkında soruşturma açar. Soruşturma açılanlar arasında olay tarihinde Gaziantep Devlet Hastanesinde ameliyat olmuş bir öğrenci de vardır. Öğrenci bu durumu belgeleyerek soruşturmaya itiraz edince rektörlük hem yanıtı hem de cezayı yapıştırır: Bize ne kardeşim, sen de muhalifsin, okulda olsaydın bu eyleme katılırdın.
Ya işte böyle sevgili dostlar. O sanıklar da su altında ya da ABD’de olmasa o belgeyi hazırlayacak, o toplantıya katılacaktı. Ol sebep hepsinin seren direğinde asılmasına… Hay Allah idam kalkmıştı değil mi? O zaman yirmişer yıl kalebentliklerine, o da olmazsa ağır hapis verelim gitsin.
“Hüsamettin incir ağacımı getir”*
Sevgiyle…
* * *

Hüsamettin İncir Ağacımı Getir

bir deli feyz aldı diyordu
bütün diktatörleri yeryüzünün
bir başkası gökten zembille inmişti
ve bir peygamberdi anlaşılmamış
biri durmadan koşuyordu
üstünde bir don bir gömlek
ve bir başkası
ölmek diyordu
kurtuluş ölmek
o genç bir adamdı
sakalları uzamış saçları kirli
gözleri cam gibi parlıyordu
bir noktaya bakıyor
sessizce ağlıyordu
beni görünce
belli belirsiz bir gülümseme geçti yüzünden
dedi ki
sivaslıyım 27 yaşındayım adım bekir
sonra durdu ve bağırdı uzun uzun
hüsamettin incir ağacımı getir
Ümit Yaşar Oğuzcan

6 Ekim 2013 Pazar

Ateşten Gömlek… 7 Ekim 2013 tarihli Edremit 10Haber Gazetesindeki yazım.



Siyaset yapmak tercihe göre değişen yönlere sahiptir. 1950’den bu yana sağda siyaset yapmak kolay ve kazançlıdır. Solda olmak ise her zaman zorlu olmuştur. Sol bir partide siyaset yapanlar ateşten gömlek giyer, dikenli taç takarlar.
Dinsizlikle hatta din düşmanlığıyla suçlanırsınız, kendilerininkinden başka inanca saygı göstermeyenler tarafından.
Sanki çok kötü bir şeymiş gibi komünistlikle ve buna paralel olarak namus yoksunu olmakla suçlanırsınız, 14 yaşındaki kızların ırzına imam nikahıyla geçilmesine destek verenler tarafından.
Vatan hainliğiyle suçlanırsınız, oysa bir çakıl taşını bile satmamışsınızdır.
Yalancılıkla suçlanırsınız, sizi suçlayanın yalan söylediği herkes tarafından bilindiği halde.
Anarşistlikle suçlanırsınız, anarşizmin anlamını bilmeyen karacahiller tarafından.
Teröristlikle suçlanırsınız, elinize silah almamışken.
Bölücülükle suçlanırsınız, herkesi kardeşiniz görürken.
Darbecilikle suçlanırsınız, tüm darbelerden en fazla siz zarar görmüşken.
Durağanlıkla hatta gericilikle suçlanırsınız, yüzü ileri dönükken geri geri gidenler tarafından.
Halk düşmanlığıyla suçlanırsınız, halkla arasına1500 kişilik koruma ordusu koyanlar tarafından.
Putperestlikle suçlanırsınız, kime ait olduğu bilinmeyen bir kıla yüz sürmeye çalışanlar tarafından.
Kadın düşmanı olmakla suçlanırsınız, kadınları eve ya da kumaştan yapılmış zındanlara tıkmaya çalışanlar tarafından.
Faşizmle suçlanırsınız, karşıtlarını her gördükleri yerde yok etmeye çalışanlar tarafından.
Yetim hakkı yemekle suçlanırsınız, üniversiteden dün mezun olmuş çocuklarını 52 bin lira maaşla kendine danışman atayıp maaşını devlete ödetenler tarafından.
Eğitime engel olmakla suçlanırsınız, polisi %88 artırıp buna karşılık öğretmenleri %24 azaltanlar tarafından.
Doğa düşmanı olmakla suçlanırsınız, dikili ağaçları kesip ağaç taklidi beton direkler dikip, parkların yerine AVM yapmak için insan öldürenler tarafından.
Kısaca yaptığını her şey suç, söylediğiniz her şey kabahattir eğer solda siyaset yapıyorsanız. Bir de üstüne bazı olanaklarınız iktidarın lütfuna bağlıysa yandı gülüm keten helva.
Hakkınızda soruşturmalar açarlar, sürgünlere gönderir cezaevlerine atarlar.
İşinize son verirler, çalıştığınız yerden kovulmanızı sağlarlar, ödenek vermezler, deveyi hamuduyla götürenler dururken vergi daireleri, sosyal güvenlik kurumları, icra daireleri sizin yakanıza yapışır.
O nedenle solda siyaset yapmak ateşten gömlek giymek gibidir. Yanacağınızı, yalnızca sizin de değil tüm çevrenizin taciz edileceğinizi bilerek yaparsınız. O yüzden cesaret ister, dimdik bir duruş ister, sağlam bir bel kemiği ister, dürüstlük ister, ilke ister.
Yerel siyasette sol bir partiden aday oluyorsanız işiniz daha da zor. Ne engellerle karşılaşacağınızı yalnız o engelleri hazırlayan bilir. Daha adınız geçtiğinizde hazırlıklar başlamıştır ve bir bir önünüze çıkar beklenmedik –aslında beklediğiniz- zorluklar.
İktidara hele bugünkü iktidara karşı olmak demir gibi bir bilek, mangal gibi yürek ister. Bunlar yoksa ne solcu olabilirsiniz, ne solda siyaset yapmaya devam edebilirsiniz.
Bütünşehir yasası ve büyük ilçe ilanından sonra kentimiz Edremit, siyasi iktidar tarafından daha önem verilen bir yer oldu. İçerdiği rant ve rantiyelere rağmen henüz bozulmamış doğası, zeytini, Kaz Dağlarındaki altınıyla…
Edremit hak ettiğinden çok gerilerde... Bakmayın benim kent dediğime, sağcı başkanlar tarafından yönetile yönetile büyük bir köy olmaktan öteye gidememiş Edremit.
Edremit’i yamyamlara yem etmeyecek,
Edremit’i hem ülkemizde hem de dünyada hak ettiği yere getirecek,
Edremitliyi ve Körfezi daha da yukarılara taşıyacak,
Cesur, sağlam duruşlu, omurgası olan, dürüst, ilkeli, ilerici-devrimci, aydın bir başkana ihtiyacımız var.
CHP, Edremit’te de bu niteliklere sahip bir aday belirlemek için çok önemli bir adım attı ve 6 Ekim Pazar günü eğilim yoklaması yaptı. Şimdi söz sırası Genel Merkezde. En iyi en uygun adayı belirleyecek ve Edremit’i güzel günlere götürecek yolu açacaktır.
Sevgiyle…

3 Ekim 2013 Perşembe

Demokraasi… 4 Ekim tarihli Edremit 10Haber Gazetesindeki yazım

Aylarca yaygara kopardı Büyük Usta:
Bir demokrasi paketi hazırladık, göreceksiniz acayip demokratikleşeceğiz, başımız göğe erecek, Esad çekip gidecek, AB bizi almak için yalvarmaya başlayacak, ABD ayaklarımıza kapanacak ‘ne olur bizi de demokratikleştirin’ diye, Putin’in ağzının suyu akacak, Merkel ‘neden benim aklıma gelmedi’ diye dövünecek vs vs.
Nihayet açıkladı paketi. Açıkladı ve paketten demokraasi çıktı. Açıkçası bu kadar demokraasi bizi bozar. Biz halk olarak bu kadar demokraasiye alışkın değiliz. Bize demokrasi yeterdi ve Usta.
Diyorlar ki Dağ fare doğurdu. Ne bekliyordunuz ki? Demokrasiyi varacağı noktaya giderken bineceği bir tramvay olarak gördüğünü söyleyen bir anlayıştan ne bekliyordunuz? Zaten serbest olan, sözde yasaklı üç harfin kullanılması, zaten her yerde taktıkları sıkmabaşın yasal düzenleme ile kamuya girmesi, Vahabi İslam anlayışına karşı çıkışın nefret suçu kapsamına alınması, işlevsiz kalmış ve ırkçı yönleri bulunan “Andımız”ın kaldırılması dışında ne bekliyordunuz? Gazetecilik için söylenen klasikleşmiş bir söz vardır: Köpek insanı ısırırsa haber olmaz ama insan köpeği ısırırsa haber olur diye. Ben de diyorum ki dağ fare doğurursa şaşılmaz asıl şaşırmamız gereken farenin dağ doğurması olmalıdır.
O nedenle ne başlıkta ne de yazıda yazım yanlışı yok. 30 Eylülde açıklanan şey demokrasi paketi falan olamaz. Olsa olsa demokraasi hatta demokraaasi paketi olabilir.
Hani bir laf vardır Perşembenin gelişi Çarşambadan bellidir diye. 29 Eylül günü ne kadar demokratikleşeceğimiz belliydi. İstanbul Maltepe Gülsuyu mahallesinde, mahalleyi çetelerden kurtarmak isteyen mahalle sakinlerinin üzerine ateş açılmıştı. Bu sırada üç kişi yaralanmıştı. Bu haber üzerine yarası en ağır olan Hasan Ferit Gedik ölürse bunun sorumlusu siyasi iktidar olur yorumunu yapmıştım.
"Polis asli işini yapmaz, siyasi iktidarın silahlı koruyucusu olursa çeteler türer. Mantar gibi biten çetelere karşı da mahalle halkı önlemini alır. Hasan Ferit Gedik yaşamını kaybederse bunun sorumlusu, asli işi halkı korumak olan polisi kendi silahlı gücü durumuna getiren boşbakan ve AKP iktidarı olacaktır." demiştim.
Bu yorumdan yaklaşık onbeş saat sonra Hasan Ferit Gedik'in ölüm haberi geldi. Bizim ne kadar demokratikleşeceğimiz de bu cinayetle belli olmuştu.
Boşbakan elindeki silahın kabzasına bir çentik daha atabilir. Saçma sapan, bomboş, hayal kırıklığı demokrasi paketleri yerine yurttaşlarının adam gibi yaşayabilmesi için asgari yapılması gerekenleri yapsa yeterdi. Polisi kendi özel ordusu olarak kullanmayıp, asli görevine iade etse yeterdi. Yurttaşlarını "Çapulcular-Biatçılar, Tinerciler-Kindarlar, Alkolikler-Dindarlar vs" ayırmasa yeterdi. Can alan polis için "Destan yazdılar" demese yeterdi. Doğru söyleyen müezzine sahip çıkıp teşekkür etseydi yeterdi. Gezi Parkında ilk direniş başladığında, üstlerine kudurmuş köpek gibi polisi saldırtmayıp toplananlarla bir bardak çay içseydi yeterdi. Yalnızca bunları yapsa 31 Mayıs'tan bu yana bu kadar insan ölmezdi.
Barış çağrısı yapıp, Güneydoğu/Kürt açılımını ilan ettiğinde sormuştu: Şehit cenazelerinin durmasını istemiyor musunuz? Elbette dağlarda şehit edilen askerlerimizin cenazelerini görmek istemiyoruz ama sadece insanca yaşamak istediği için şehirlerimizde insanların ölmesini de istemiyoruz.
Akan kanın durmasının tek yolu vardır: Edebiyle ayrılması. Aksi takdirde bu öfke bu kin daha çok çocuğumuzu aramızdan alacak.
Bu aralar güzel şeyler duymaya çok ihtiyacımız var. Berkin, güzel gülüşlü çocuk, bari sen uyan...

Sevgiyle…