21 Mayıs 2017 Pazar

Gecikmiş Bir 19 Mayıs Yazısı



Birinci Cihan Harbi –bakmayın siz bozguncu solcuların Birinci Paylaşım Savaşı demelerine, hele paylaşılacak parsanın cihan imparatorluğu Devleti Ali Osmani demelerine, hiç Allah’ın yeryüzündeki gölgesi halifei müminin Sultan VI. Mehmet Vahideddin Efendimiz izin verir miydi böyle bir kepazeliğe, Devleti Ali Osmani cihat ilan ettiğinde Anadolu’daki Müslüman Türkler dışında sancağın altında Müslümanların toplanmamış olmasına da bakmayın, onlar zaten haindi- bu arada nerede kalmıştık? Hah tamam, Birinci Cihan Harbinde kalmıştık. Harp nihayete ermiş, Müslüman kayzerin beceriksiz askerleri Evropa’da basiretsizlikleri neticesinde mağlubiyetin acı şerbetini içince, -Çanakkale gibi havanın güzel olduğu yerlerde- üçler yediler kırklar erenler evliyaların imdadına yetiştiği –Sarıkamış çok soğuk olduğu içün bu erenler evliyaların soluğu donmuş-, Kuttül Amare gibi en büyük cephelerde İngiliz küffarını perişan etmiş –Kanal Cephesinde acayip dayak yemişiz ama o cephe zaten önemli değil süt cephesi kabilinden bir şey- Osmanlı ordusu da mağlup sayılmış –ama Almanya futbol denen küffar oyununda Dünya Şampiyonu olduğunda neden bizi de şampiyon saymadılar bilinmez-. Mağlubiyetten sonra memlekete misafir ettiğimiz İngiliz küffarı, Frenk gavuru, Yunan keferesi ve İtalyan tömberi –onlara bir sıfat kalmadı idare ediverin gari-  hidayete ermişler ve Müslümanlığın ne büyük bir din olduğunun farkına varıp, halifei müminine hizmete başlamışlar. O kadar ki ünlü dürrüklerden[i] Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin“Dünya düzeninin sebebi olan ve kıyamet gününe kadar Ulu Tanrı’nın daim eyleyeceği İslâm Halifesi Hazretleri’nin veliliği altında bulunan İslam memleketlerinde bazı kötü kimseler anlaşarak ve birleşerek ve kendilerine elebaşılar seçerek Padişah’ın sadık uyruklarını hile ve yalanlarla aldatmakta, yoldan çıkartmaktadırlar. Padişahın yüksek buyrukları olmaksızın asker toplamaktadırlar. Görünüşte askeri beslemek ve donatmak bahaneleriyle, gerçekte ise mal toplamak sevdasıyla, şeriata uymayan ve yüksek emirlere aykırı bir takım haksız ödemeler ve vergiler koymakta ve çeşitli baskı ve işkencelerle halkın mal ve eşyalarını zorla almakta ve yağmalamaktadırlar. Böylece insanlara zulmetmekte, suçlamakta ve Padişahın ülkesinin bazı köy ve şehirlerine saldırmak suretiyle tahrip ve yerle bir etmektedirler. Padişahın sadık tebaasından nice suçsuz insanları öldürmekte ve kan döktürmektedirler. Padişah tarafından atanmış bazı dini, askeri ve sivil memurları istedikleri gibi memuriyetten çıkarmakta ve kendi yardakçılarını atamaktadırlar. Hilâfet merkezi ile Padişah ülkesi arasındaki ulaştırmayı ve haberleşmeyi kesmekte ve devletin emirlerinin yapılmasına engel olmaktadırlar.
Böylece, hükümet merkezini tek başına bırakmak, Halifenin yüceliğini zedelemek ve zayıflatmak suretiyle yüksek Hilafet katına ihanet etmektedirler. Ayrıca Padişah’a itaatsizlik suretiyle devletin düzenini ve asayişini bozmak için düzme yayımlar ve yalan söylentiler yayarak halkı azdırmaya çalıştıkları da açık bir gerçektir. Bu işleri yapan yukarıda söylenmiş elebaşılar ve yardımcıları ile bunların peşlerine takılanların dağılmaları için çıkarılan yüksek emirlerden sonra bunlar, hala kötülüklerine inatla devam ettikleri takdirde işledikleri kötülüklerden memleketi temizlemek ve kulları fenalıklardan kurtarmak dince yapılması gerekli olup, Allah’ın “öldürünüz” emri gereğince öldürülmeleri şeriata uygun ve farz mıdır” Beyan buyrula?
Cevap: Allah bilir ki olur.
Dürrizâde El-Seyid Abdullah
Böylece Padişahın ülkesinde savaşma kabiliyeti bulunan müslümanların adil Hâlifemiz Sultan Mehmet Vâhdettin Han Hazretlerinin etrafında toplanarak savaşmak için yapacağı davet ve vereceği emre uymak suretiyle adı geçen asilerle çarpışmaları dince gerekir mi? Beyan Buyrula.
Cevap: Allah bilir ki gerekir.
Dürrizâde El-Seyid Abdullah
Bu takdirde, Halife Hazretleri tarafından sözü edilen asilerle savaşmak üzere görevlendirilen askerler, çarpışmazlar ve kaçarlarsa büyük kötülük yapmış ve suç işlemiş olacaklarından dünyada şiddetle cezayı, ahirette de çok acı azâbı hakk ederler mi? Beyan Buyrula.
Cevap: Allah bilir, ederler,
Dürrizâde El-Seyid Abdullah
Bu takdirde, Halife askerlerinden asileri öldürenler gazi, asilerin öldürdükleri şehit sayılırlar mı? Beyan buyrula.
Cevap: Allah bilir ki, sayılırlar.
Dürrizâde El-Seyid Abdullah
Bu takdirde, Padişah’ın asilerle savaşmak için verdiği emre itaat etmeyen müslümanlar, günahkar ve suçlu sayılıp şeriât yargılarına göre cezalandırılmayı hak ederler mi? Beyan buyrula.
Cevap: Allah bilir ki, ederler.
Dürrizâde El-Seyid Abdullah”
fetvasına dayanarak misafirlerin misafirliğine itiraz edenler hakkında idam fermanları çıkarılmıştır. Kimdi bunlar? “Selanikli Mustafa Kemal Efendi, Eski yirmi yedinci fırka kumandanı miralaylıktan emekli İstanbullu Kara Vasıf Bey, Eski yirminci kolordu kumandanı Mirliva Salacaklı Fuat Paşa ile Eski Vaşingtın (Washington) elçisi ve Ankara milletvekili Midillili Alfred Rüstem ve sıhhiye eski müdürü İstanbullu Doktor Adnan Bey ile Üniversite Batı Edebiyatı eski öğretmeni Halide Edip Hanım”.
16 Mayıs 1919 günü Bandırma vapuru ile İstanbul’dan ayrılan ve 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a ayak basarak emperyalizme karşı başarıya ulaşacak ilk ulusal direnişi başlatan Atatürk hain; işgalcileri baş tacı eden, Kurtuluş Savaşının başarıya ulaşacağını anlayınca “Dersaadet İşgal Orduları Başkumandanı General Harringthon cenablarına.
İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere devleti fahlmesine iltica ve bir an evvel İstanbul'dan mahalli ahara naklimi talep ederim efendim.
16 Teşrinisani (Kasım) 1922Halifei Müslimin Mehmet Vahidettin” diye mektup yazan 36. Padişah VI. Mehmed Vahideddin/Vahidüddin/Vahdettin cihan padişahı, kahraman öyle mi?
Hadi oradan…
Bir de Atatürk Anıtlarına çelenk koymayı izne mi bağlamışlar ne? İzinsiz çelenk koyunca ne yapacaklar çok merak ettim. Tutuklayacaklar mı? Dava mı açacaklar? Öyle bir dava açılırsa kendi adıma, iddianameyi madalya gibi göğsüme asarım çünkü biz Bursa Nutkunu okuduk ve pusula belledik haberiniz olsun.
“Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; 'Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.' diyecek.
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.
İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!”
Son olarak:
“Arkadaşlar! Gidip, Toros Dağları'na bakınız, eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez.”
Saygıyla…



[i] Dürrük; Olmamış işler peşinde olmak ya da hamlık anlamında argoda kullanılır.

7 Mayıs 2017 Pazar

Boykota Neden Karşıyım ve Neden Hayır Diyeceğim?*

Öncelikle bir durum saptaması yapmak gerekiyor. Sonraki tüm açıklamalar bu saptama üzerinden yapılacak.
Seçimler üç ana temele göre yapılır ve sonuçlar belirlenir.
İlk temel seçmenlerin tümünün hesaba katıldığı, sonuçların TAM SAYI üzerinden hesaplandığı seçimlerdir. Bu tür seçimlerde iki sayı önemlidir: Seçmenlerin tam sayısı ve olumlu oyların sayısı. Kabul için gerekli çoğunluk hep seçmen tam sayısına oranlanarak bulunur. Örneğin TBMM’de yapılacak bir oylamada “Milletvekili üye tam sayısının salt çoğunluğu” diyorsa, oylamaya kaç milletvekili katılırsa katılsın olumlu oyların en az 276 olması gerekir. Bu tür seçimlerde oylamaya kaç seçmenin katıldığı ve olumsuz oy sayısı önemsizdir. Olumlu oylar gerekli çoğunluğa ulaşamamışsa sonuç olumsuzdur. Bu tür seçimlerde BOYKOT yani oylamaya katılmamak, katılsa bile boş/geçersiz oy kullanmak bir mesajdır, bir silahtır.
İkinci temel oylamaya katılan seçmen sayısı üzerinden yapılan sayım ve dökümdür. Seçmen tam sayısı değil, oyu ne olursa olsun oy kullanan seçmen sayısı önemlidir. Örneğin seçmen tam sayısı 400 olan ancak 200 seçmenin katıldığı bir oylamada 101 olumlu oyun çıkması gerekir. Sandıktan çıkan olumsuz oylar ve geçersiz oylar önemli değildir. Bu tür seçimlerde oylamaya katılan seçmenin oy kullanması önemlidir. İster olumsuz ister geçersiz… Önemli olan oy kullanmak. Hesap kullanılan oy sayısı üzerinden yapılır.
Üçüncü yöntem ise sonucun geçerli oylar üzerinden belirlendiği seçimlerdir. Bu seçimlerde oylamaya katılmayan seçmen sayısı da, oylamada geçersiz sayılan oy sayısı da önemli değildir. Yöntemine uygun kullanılmış ve geçerli oylar dikkate alınır. Son cumhurbaşkanlığı seçiminde katılım %74 civarında olmuştur. Geçersiz ve boş oylar da dikkate alındığında geçerli oyların tüm seçmen sayısına oranı %70’tir. RTE bu %70’in %52’sini alarak seçilmiştir.
Hesap şu; 100 seçmenimiz ve 3 adayımız var. Seçmenlerin 26’sı boykot ediyor ve oy kullanmıyor. 4’ü protesto ediyor ve boş/geçersiz oy veriyor. Geçerli sayılan oy sayısı 70. Bu oyların dağılımı da şöyle A adayı için 37, B adayı için 23 ve C adayı için 10. A adayı GEÇERLİ OYLARIN yarıdan bir fazlasını aldığı için seçimi kazanmıştır. Aldığı oy sayısı geçerli oyların %52’sine denk geliyor. Tüm seçmenlerin ise yalnızca %37’sine…
Son cumhurbaşkanlığı seçiminde boykot ve protesto edenlerin büyük çoğunluğunun muhalif olduğunu biliyoruz. Buradan çıkan sonuç seçim sonuçlarının geçerli oylar üzerinden belirlendiği, oylamaya katılan seçmen sayısının ve geçersiz/boş oyların bir önem taşımadığı seçimlerde boykot iktidara hizmet eder.
Sandığa gidilmeli ve #Hayır oyu kullanılmalı. Böylece aslında haklılığı olmayan bir sisteme yasallık kazandırmanın önüne geçilmiş olur.
Yazımın ilk bölümünde “Öncelikle bir durum saptaması yapmak gerekiyor. Sonraki tüm açıklamalar bu saptama üzerinden yapılacak” demiştim. Sonraki açıklamalara geldi sıra:
İlk bölümde durum saptaması yaparken neden boykota karşıyım sorusuna yanıt vermeye çalışmıştım. Bu bölümde neden Hayır diyeceğim sorusunu yanıtlamaya çalışacağım. Yanıtların bir bölümü teknik ve anlaşılması zor açıklamalar içerebilir, malum hukukçu çokbilmişliği. Ne var ki zaman zaman bu çokbilmişliklere başvurmadan soruları yanıtlamak zor olacak. Şimdi Bilal’e anlatır gibi anlatmaya çalışacağım. Yanlış anlamayın Güldür Güldür Şov programındaki kurmaca Kısa Bilal’e anlatır gibi… Diğer Bilal’e ne yapsanız anlatamazsınız.
Öncelikle halkoyuna sunulacak olan Anayasa değişikliği ile kuvvetlerin yumuşak ayrılığı ve işbirliğine dayalı parlamenter sistem yok ediliyor. Kuvvetler tek organda hatta tek kişide toplanıyor. Anayasa değişikliği kabul edilirse Cumhurbaşkanı yalnızca yürütmenin değil, devletin başı ve tek yetkilisi olacak. Anayasa değişikliği ile getirilecek sisteme tam kuvvetler birliği diyebiliriz. Yasama, yürütme ve yargının tek kişide toplanması yani. Açık anlatımı şu: Kuralları bir kişi koyacak(yasama), kuralların işlemesini ve devletin iç ve dış siyasetini tek kişi düzenleyecek(yürütme), kurallara uymayanlara tek kişi ceza verecek(yargı). Ve bunun adı ileri demokrasi olacak.
Teknik açıklamalara devam ediyoruz. Anayasa değişikliği kabul edilirse başbakanlık ortadan kalkacak. Parti genel başkanı da olabilecek bir cumhurbaşkanı aynı zamanda şimdiki başbakanın görevlerini üstlenecek. Bakanları kendisi belirleyecek, bakanlar kuruluna sürekli başkanlık edecek, kararları alacak ve bakanlara onaylatacak, hoşuna gitmeyen bakanı değiştirebilecek, kanun hükmünde kararnameler çıkarabilecek. Ben bu duruma CUMHURBAŞBAKANLIĞI diyorum. Burada anahtar sözcük yürütme… Yürütme pek çok kişinin yanlış anladığı anlamında değil, devletin iç ve dış siyasetinin yerine getirilmesi anlamında kullanılmıştır. Devletin iç ve dış siyasetinin tek kişinin eline bırakılması çağcıl, çoğulcu demokrasi kavramına ne kadar uygun olabilir? Bu nedenle #Hayır diyorum.
Değişiklik kabul edilirse partili cumhurbaşbakanı ve 600 milletvekili aynı gün seçilecek. Bu durumda meclis çoğunluğunun cumhurbaşbakanının mensubu olduğu partiden olma olasılığı kesine yakındır. Sıradan bir başbakan bile genel başkanı olduğu partiyi tek elden yönetirken kudretli bir cumhurbaşbakanının meclisteki milletvekillerini tek parmağıyla oynatacağı da kesindir. Bu durumda yasama da cumhurbaşbakanına ait olacaktır. İstediği kanunu çıkaracak, kanun çıkaramadığı hallerde cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleme yapabilecek. Diyelim ki meclis çoğunluğu cumhurbaşbakanının partisinden oluşmadı. Bu durumda cumhurbaşbakanı ülkeyi KHK’ler ile yönetebilecek, kafası bozulursa meclisi feshedecek ve seçimlerin yenilenmesine karar verebilecek. İlkokul birinci sınıf öğrencileri bile altıyüzün birden büyük olduğunu bilir. Yeni anayasaya göre ise tam tersi, yani 1>600 olacak. Ee, o zaman biz milletvekillerini niye seçtik? Bu nedenle de #Hayır demek gerekiyor.
Tam kuvvetler birliği demiştik, bu kavramın içine hiçbir demokraside olmayan bir durum dahildir. Yargı erkinin tek kişinin eline geçmesi… Anayasa mahkemesi üye sayısı onyediden onbeşe düşürülüyor ve bunlardan onikisi cumhurbaşbakanı tarafından seçilecek. Ve bu Anayasa Mahkemesi suç işlediği ileri sürülür ve meclis tarafından bu iddia ciddi görülürse cumhurbaşbakanını yargılayacak. Yargılayabilecek mi cidden? Yargılar, yargılar, bizim yargıçlarımız tarafsız, bağımsız ve cesurdur. Yalnız unutulmaması gereken başka bir husus var: Yargıç ve savcıların mesleğe kabulü ve meslekte ilerlemelerinin tek karar vericisi olan HSK. Değişiklik kabul edilirse şimdiki HSYK, Hakimler ve Savcılar Kurulu olacak ve üyelerinin yarısı cumhurbaşbakanı tarafından atanacak, kalan yarısı TeBeMeMe tarafından seçilecek. Yetmedi. Kurulun başkanı CB tarafından atanmış olan Adalet Bakanı ve bakanlık müsteşarı da doğal üyesi. Soruyu yeniden soralım: Bu yargıçlar cumhurbaşbakanını yargılayabilir mi? Herhangi bir yargıç CB istediğinden farklı bir karar verebilir mi? Bu nedenle de #Hayır denmeli.
Dikkat ederseniz şimdiye kadar hiç parti ve kişi adı zikretmedim. Açıkçası #Hayır dememin nedeni herhangi bir kişi veya siyasi parti ya da bir ideoloji değil. Doğrudan tek adam yönetimine çanak tutması, diktatörlüğe geçişe zemin hazırlamasıdır.
Pek Bilal’e anlatır gibi olmadı ama bu yazı burada bitmedi. Üçüncü bölümde Bilal’e anlatır gibi anlatacağım neden #Hayır dememiz gerektiğini.
Boykota Neden Karşıyım ve Neden Hayır Diyeceğim? III
Bilal’e anlatır gibi…
Dedim ki #Hayır dememin nedeni herhangi bir kişi veya siyasi parti ya da bir ideoloji değildir. Devlet aygıtının tüm çarklarının tek kişiye bırakılmasına, her şeyin bir kişinin iki dudağının arasında olmasına karşıyım.
1919 Mayıs’ında yakılan özgürlük ateşi ile kula kulluk etmekten kurtulmuş, başı dik, onurlu, bağımsız bir halk ve o halka layık bir cumhuriyet kuruldu. “ Millet koyun sürüsü! Bu sürüye bir çoban lazım! İşte o da benim!” diyen Vahdettin’den sonra “Egemenlik bila kaydü şart milletindir!” diyen Atatürk’ü gördü bu halk. Şimdi yeniden kendisini çoban, halkı koyun sürüsü gibi gören anlayışa geri mi döneceğiz? Yalnızca bu bile #Hayır demek için yeter lakin bunu Güldür Güldür Show’daki Kısa Bilal anlayamaz. O nedenle diğer nedenleri de sayalım.
Bugün Anayasa değişikliğini en fazla kimin istediği biliniyor. Bu isim son derece dürüst olabilir. Bu isim son derece tutarlı olabilir. Bu isim son derece dirayetli olabilir. Bu isim son derece cesur olabilir. Bu isim dünya siyasetine yön veren bir lideri cihan olabilir. Lakin her insan gibi ölümlüdür. Bir gün gelir ve her nefis gibi ölümü tadarsa ne olacak? Aynısından bir tane daha bulunabilecek mi? Bakın Almanya’ya ikinci bir GroFaz çıkaramadıkları için sürünüyorlar. Ya İtalyanlara ne demeli? Koskoca İtalya yeni bir il Duce bulamadığı için halkı işsizlikten, ekonomisi bataktan kurtulamıyor. Aynı şey bizim başımıza gelemez mi? Evlerden ırak, verseniz iki keçi güdemeyecek ana muhalefet lideri başkan seçilirse ne olur halımız? Hatta daha kötüsü bir komünist bile başkan olabilir. Olamaz demeyin, örnek Tunceli Ovacık… Seçtiler komünist başkanı neler oldu neler… Belediye kara geçti, öğrencilere burs veriyor. Başkan bir belediye sarayı yapmak yerine hazine arazisine ektirdiği nohut ve fasulyeler sayesinde pek çok öğrenciye burs verdi.
Her şey bir yana bugün bir kesim tarafından alkışlanan, başka bir kesim tarafından tepki gören icraatlar başkan değiştiğinde tam ters yöne dönebilir. İbadet ve inanç özgürlüğü kısıtlanabilir. Başörtüsü yasaklanabilir. İmam Hatipler kapatılabilir. Din eğitimi kişinin kendi tercihine bırakılabilir.
Olmaz dediğimiz oldu. Şimdi olmaz dediğimiz başka şeyler de olabilir. Örneğin ayrılıkçı Kürt hareketinden biri başkan olabilir. O zaman ne olacak? Önce federasyon sonra bağımsızlık… Yani bölünme.
Bugün salt kendinden olan biri başkan olacağı için bu değişikliğe evet diyecek herkes yakın ve orta vadeli, nihayetinde uzak gelecekte bu ülkenin, bu halkın, bu devletin başına gelebilecek tüm musibetlerden sorumlu olacaklardır.
Şimdi anladın mı Kısa Bilal? Bugün bize yarın size…
Kısaca bu gün tüm hak ve özgürlüklerimizi ad, siyasi parti ya da ideoloji fark etmeksizin bir tek kişinin eline, iki dudağının arasına bırakacak mıyız?
Bence #Hayır…
HAYIR AMA YETMEZ!!!
Halkoylamasında #Hayır demek, hatta sandıktan HAYIR çıkması yetmeyecek. Gericiliğe ve karanlığa karşı mücadele, halkoylamasının sonucu ne olursa olsun sürmeli, sürecek. Uygar direniş, sivil itaatsizlik ve demokrasi, laiklik ve insan haklarına sahip çıkmak için diğer haklı savunma yöntemlerini yükseltmemiz şart.
Av. K. Seçkin BİLGİLİ
*14 Nisan 2017 tarihinde http://www.korfezezberbozan.com sitesinde ve Edremit Ezberbozan Mecmuası'nda yayımlanan yazım

Görev Bizi Bekler*

Hukuk Fakültesi ikinci sınıfında seçimlik olarak aldığım İnsan Hakları Dersinin final sınavında Tanzimattan günümüze Türkiye’de insan hakları alanında yaşanan en büyük atılım sizce nedir? sorusu sorulmuştu. Sorudaki sizce sözcüğüne de aldanarak memurların yeni başlayan ve her türlü baskıya direnen sendikalaşma/örgütlenme mücadelesini yazmış ve finalde çakarak dersi tekrar almak zorunda kalmıştım. Çünkü hocamıza göre doğru yanıt 27 Mayıs İhtilali idi. Yılarca acaba hocamız haklı olabilir mi sorusuyla yaşadım. Sonra M. Emin DEĞER’in Oltadaki Balık Türkiye, Cengiz ÖZAKINCI’nın Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni Osmanlıcılık Hareketi, Mustafa YILDIRIM’ın Sivil Örümceğin Ağında, Cüneyt ARCAYÜREK’in Derin Devlet, Erol MÜTERCİMLER’in Komplo Teorileri ve adını sayamadığım bir sürü kitabı aynı dönemde okudum ve sınavda verdiğim YANLIŞ yanıtın aslında DOĞRU olduğunu bir kez daha anladım.
1947’de, Cumhuriyet Döneminde ilk kez aldığımız ABD yardımıyla hem bağımsızlığımızın sonuna geldiğimizi hem de üç askeri darbenin de temelinde ABD’nin ve Tek Dünya Devleti hedefinin olduğunu bir kez daha ve kesin olarak anladım.
1998-2001 yılları arasında bin yeni tank alımı ve zırhlı birliklerin geniş kapsamlı modernizasyonu projesi gündemdeydi. Bu proje için 8 milyar dolar ayrılmıştı. Fransa, Rusya, İsrail ve ABD’den gelen örnekler Ankara’da, Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı’nda inceleniyordu. PKK lideri Abdullah ÖCALAN’ın yakalanmasıyla Güneydoğu Anadolu’da devlet yeniden egemen oldu ve göreli bir istikrar sağlandı. Böylece ülkemizin güneydoğusundan geçen uyuşturucu trafiği Karadeniz’in kuzeyine kaydı ve ülkeye giren kara para kesildi. Uzmanların görüş birliğine vardıkları gibi bu çapta bir modernizasyon ancak kara para ile finanse edilebileceğinden tank alım ve modernizasyon projesi rafa kaldırıldı.
Askerliğimi yaparken -tank astteğmen olarak yaptım- bir uzman çavuş “Komutanım sen bilirsin, gerçekten irtica tehlikesi var mı?” diye bir soru sordu. “Ormanı yok edersen erozyonun önüne geçemezsin, doğal engelleri yok edilmiştir çünkü” yanıtım üzerine Bölük Komutan vekili üsteğmen “Hop astteğmenim, siyaset yapmayalım” diye uyardı. Yanıtın devamını duymaya tahammülü yoktu. 12 Mart ile başlayan ve 12 Eylül ile doruk noktasına ulaşan zincirle, irticanın ve karşı devrimin önündeki doğal engeller, asker eliyle ortadan kaldırılmıştı. Bugün geldiğimiz nokta ortadadır.
Üzerinde yaşadığımız topraklar jeopolitik ve jeostratejik konumu, sahip olduğu yer altı ve yer üstü kaynakları nedeniyle tarihin her döneminde ilgi odağı olmuştur. Bugün karşı karşıya olduğumuz tehlike içinde bulunduğumuz coğrafyada yaşayan halklardan kaynaklanmamaktadır. Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Abhaz, Ermeni olmamız bir şeyi değiştirmediği gibi dünyanın başka bir yerinde yaşamamız da tehlikeyi küçültmeyecekti. Tehlike tüm dünyayı ahtapot gibi saran Yeni Dünya Düzeni ve nihai hedefi olan Tek Dünya Devletidir.
2009 yılı içinde bir sosyal paylaşım sitesinde dolaşan ve CNN haber programlarına konu olan bir gelişmeye tanık olduk: Kuzey Amerika Birliği. Avrupa’nın ardından Kanada, Amerika Birleşik Devletleri ve Meksika’nın, Avrupa Birliği benzeri bir yapılanmaya doğru yol aldıklarını, bu üç ülke arasındaki sınırların kaldırılacağını, üç ülkedeki ulusal paralar yerine Amero denilen ortak bir para biriminin kullanılacağını haber yaptıktan sonra yorumlara geçiyordu haber programı. Bu yorumların iki temel yönü vardı. Birincisi o çok övündükleri ABD anayasasının ortadan kalkacağı; ikincisi ise sırada Afrika Birliği ve Asya Birliğinin olduğu ve nihai amacın Tek Dünya Devleti olduğuydu.
Yaygın bir teoriye göre başta ABD olmak üzere tüm gelişmiş devletleri ve doğal olarak dünyayı 40-50 kişilik bir grup yönetmektedir. Ülkemizde Saklı Seçilmişler adıyla gösterilen Skull and Bones (Kafatası ve Kemik) adlı filmde bu kadronun nasıl belirlendiği, nasıl yetiştirildiği ve dünyayı nasıl yönettikleri, pek inandırıcı olmasa da, anlatılmaktadır. Bu teoriye göre dünya zaten tek bir hükümet tarafından yönetilmekte ve ABD dışındaki ülkelerin hükümet liderleri bile bu grup tarafından belirlenmektedir. Dolayısıyla bu tek hükümetin tek hedefi kalmıştır: Tek Dünya Devleti.
Teorinin, ayrıntılarını bir yana bırakırsak ve ekonomik ve siyasi birkaç gerçeği alt alta sıralarsak gerçekten ve gerçekleşmekten çok uzak olmayan bir teori olduğunu görürüz.
Ülkemizde olduğu gibi tüm dünyada zenginliğin %80’inini, dünya nüfusunun yaklaşık %20’si kontrol etmektedir. %80’lik zenginliğin %80’ini ise %20’lik nüfusun %20’si (hatta belki de daha azı) kontrol etmektedir. Başka bir deyişle tüm dünyadaki ekonomik varlığın %64’ünü, tüm dünya nüfusunun %5’i kullanmaktadır[1]. Günümüzde ekonomik gücün siyasal erki kontrol ettiğini herkes
Dış kaynaklı paramiliter[2] bir örgütlenmenin ülkemize özgü biçimi olan Ergenekon, ılımlı İslam, Yeni Osmanlıcılık Hareketi nihai hedefe ulaşmada ülkemiz üzerinde kullanılan enstrümanların yalnızca bir kaçıdır. Bu ülkenin hatta içinde yaşadığımız coğrafyanın aydınlık insanlarına düşen görev ise uyanık olmak, kader ve güç birliği yaparak bu tuzaktan bir an önce kurtulmanın yollarını bulmaktır.
[1] Daha kesin rakamlar vermek gerekirse:
1) Dünyada 45.000’in üzerinde Çok Uluslu Şirket mevcuttur. Bunların 500 tanesi dünyaya yapılan doğrudan dış yatırımların %80’ini oluşturmaktadır. Bunların 434 tanesi ABD kaynaklıdır.
2)Çok Uluslu Şirketler dünya’nın en önemli 100 ekonomisi arasında yaklaşık %40 oranında bir yer kaplarlar. Ancak sıralamada bazı ulus-devletlerden sonra gelseler dahi, sağlık, eğitim, savunma vs. gibi yükümlülükleri olmadığı için reel kaynakları ulus -devletlerden daha yüksektir.
3)1990’ların sonunda, dünyada en zengin 200 insanın ekonomik varlığı geri kalan 2,5 MİLYAR kişinin ekonomik varlığına eşittir.
4)Dünyanın en zengin 3 insanının (ABD vatandaşı) ekonomik varlığı, en yoksul 48 ÜLKENİN yıllık gayri safi milli hasılasına eşittir.
5)46 ülkede 800 milyon insan kötü beslenmektedir ve her gün açlığa bağlı nedenlerden 40.000 kişi ölmektedir.
6)Savaşlarda ölen çocuk sayısı, ölen asker sayısından daha fazladır.
7)1990-1997 yılları arasında G-7’lerin (ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada) gayri safi milli hasılaları reel olarak artmış ve toplam dünya kaynaklarının %65,3’üne ulaşmıştır.
8)A.B.D’nin G-7 ‘ler içindeki payı %61’dir. Bu hesaba göre ABD toplam dünya kaynaklarının %40’ına sahiptir…
[2] İşlev ve örgütlenme olarak askeri ancak düzensiz gönüllülerden oluşan devletçe desteklenen bir tür yapı. Terim Yunanca harici anlamına gelen para ve asker anlamına gelen militer sözcüklerinden türemiştir.
* Edremit Ezberbozan Mecmuası'nda 02.10.2016'da yayımlanan yazım.

6 Mayıs 2017 Cumartesi

Aslında Ne Oldu?

16 Nisan 2017’de yapılan halk oylaması sonucu hala kesin olarak belirlenemedi. Hayır diyenler iktidar partisi başta olmak üzere Evet cephesini hukuka aykırı davranmak ve sonucu çalmakla suçluyor. Evet cephesi ise seçim sonuçlarını kabul etmemekle hatta sonucu gayrimeşru göstermeye çalışmakla suçluyor. Kim haklı? Kimin haklı olduğunu zaman kesin olarak gösterecek. Zamana biraz yardımcı olmak için, tarihin zabıt kâtipliğini yapmak için yaşananları, teknik ayrıntıları da kullanarak bir kez daha gözden geçirelim.

Tartışılan, görünen o ki daha yıllarca tartışılacak olan değişiklik süreci 10 Aralık 2016’da verilen bir kanun teklifi ile başladı. Bu kanun teklifi ile 12 Eylül darbesi sonucu hazırlanan ve 7 Kasım 1982’de halkoyuna sunularak kabul edilen Anayasa’da çok önemli değişiklikler yapılması hedefleniyordu. Hala bu değişikliklerin ne olduğunu bilmiyorsanız bu yazı size yardımcı olmayacaktır. Değişikliğin neler içerdiğini aylarca yazdık söyledik. Merak eden o yazıları yeniden okur.

Ülkemizde seçimler 298 sayılı SEÇİMLERİN TEMEL HÜKÜMLERİ VE SEÇMEN KÜTÜKLERİ HAKKINDA KANUN hükümleri çerçevesinde yapılır. Bu kanun seçimlerin nasıl yapılacağını, kimlerin seçmen olabileceğini, seçimlerin kimin denetiminde yapılacağını, oyların nasıl kullanılacağını, hangi oyların geçersiz sayılacağını tek tek saymıştır.

298 sayılı kanunun 77/4 maddesine göre Sandık kurulu, and içme, sandığı yerleştirme, kapalı oy verme yerini düzenleme işlerini bitirdikten sonra, hazır bulunanlar önünde, birleşik oy pusulalarını sayar, her birinin üzerine, sandık kurulu mührünü basar, böylece üzerinde sandık kurulunun mührü bulunan birleşik oy pusulalarının sayısını tespit eder. Birleşik oy pusulası kullanılmayan seçimlerde, ilçe seçim kurulu başkanından teslim alınan ve ilçe seçim kurulu başkanlığı mührünü taşıyan özel zarfları sayar, her birinin üzerine sandık kurulu mührünü basar, böylece üzerinde biri ilçe seçim kurulunun, diğeri sandık kurulunun mühürleri bulunan çift mühürlü özel zarfların sayısını tespit eder. Görüldüğü gibi zarfları ve oy pusulalarının sayısını belirlemek ve bunları mühürleyerek kullanıma hazır hale getirmek sandık kurullarının görevidir. Sandık kurulları bir başkan, bir başkan yardımcısı (bunlar devlet memurları arasından seçilir ve memurlar da parti üyesi olamaz) ile siyasi parti temsilcilerinden oluşur. Siyasi parti temsilcilerinin bir görevi de sandık kurulu başkan ve başkan yardımcısının görevlerini 298 sayılı kanuna uygun yapıp yapmadıklarını denetlemektir. Siyasi parti temsilcileri eksiklikleri görerek düzeltilmesini de sağlamakla yükümlüdür.

Oylar ile ilgili tek hüküm bu değil elbette. Bakın kanunun 98/4 maddesi ne diyor: Sandık kurulunca verilen biçim ve renkte olmayan, üzerinde ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü bulunmayan, tamamı yırtılmış olan, üzerinde ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü dışında herhangi bir mühür, imza, yazı, parmak izi veya herhangi bir işaret bulunan zarflar geçersiz sayılır. Ancak, zarfın üzerinde, herhangi bir şekilde leke veya çizik olsa bile, bunun özel işaret koymak amacıyla yapıldığının kesin olarak anlaşılamaması halinde, bu zarflar geçerli sayılır. Buna göre TBMM bir kanunla değişiklik yapmadığı sürece mühürsüz zarflar geçerli kabul edilemez. Hiçbir yargı organı da tersi karar veremez.

Bitmedi. Kanunun 101. maddesi –ki başlığı Geçerli olmayan oy pusulalarıdır- diyor ki;
Aşağıda yazılı;
  1. Sandık kurulunca verilen ve o seçim için düzenlenmiş biçim ve renkte olmayan,
  2. Arkasında “Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Seçim Kurulu” filigranı bulunmayan,
  3. Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan,
  4. Hiçbir yerine “EVET” mührü basılmamış olan,
  5. Siyasi partilere veya bağımsız adaylara ayrılan alanlardan birden fazlasına “EVET” mührü basılmış olan,
  6. Birden fazla siyasi partiye veya bağımsız adaya ayrılan alana taşmış “EVET” mührü bulunan,
  7. Sandığın ait olduğu seçim çevresinden başka bir seçim çevresi için düzenlenmiş olan,
  8. Bütünlüğü bozulacak şekilde yırtılmış veya koparılmış olan,
  9. Üzerine “EVET” mührü dışında veya “EVET” mührü yerine herhangi bir özel işaret, herhangi bir isim, imza kaşesi, mühür veya parmak izi basılmış olan,
  10. Üzerinde yer alan siyasi partilere veya bağımsız adaylara ait bölümleri belirgin bir şekilde ve özel olarak karalanmış, çizilmiş veya işaretlenmiş olan,
  11. Üzerinde yer alan matbu yazıların ve şekillerin dışında yazılar veya harfler veya sayılar yazılmış veya şekiller çizilmiş olan,
birleşik oy pusulaları geçerli değildir

Bu da emredici bir hükümdür. Kanun hükümleri ikiye ayrılır: Emredici hükümler ve emredici olmayan hükümler. Emredici hükümler, resmi kurumlar da dahil olmak üzere, aksi kararlaştırılamayan hükümlerdir. Başka bir deyişle ne mahkemeler ne başka bir resmi kurum ne de herhangi bir kişi bu hükümlere aykırı bir karar a-l-a-m-a-z. Suç olur. Ayıp olur. Yasaya ve hatta Anayasaya aykırı hareket etmiş olur. Böyle bir karar iptal edilir. Aslında iptal edilmesine gerek yok çünkü öyle bir karar yok. Eskiden böyle işlemlere keenlemyekun denirdi, şimdi yok hükmünde deniyor.

298 sayılı kanun aynı zamanda seçimlerin kimler tarafından nasıl denetleneceğini de düzenler. Seçimler YSK (Yüksek Seçim Kurulu) tarafından denetlenir. YSK seçimlerle ilgili kararlar alır ve itirazları hükme bağlar. YSK, yüksek yargıçlardan oluşan bir kuruldur. Toplam onbir üyesi vardır. Altı yüksek yargıç Yargıtay’dan, beş yüksek yargıç ise Danıştay’dan seçilir. Buraya dikkat lütfen. Onbir Yüksek Yargıç… Yani yasaları, hukuk kurallarını, hukukun temel ilkelerini en iyi bilen, uzman kişiler…

Tüm resmi ve özel gerçek ve tüzel kişiler emredici kurallara uymak zorundadır. Bu kurallara aykırı kararlar alamaz, işlem yapamazlar. Peki, bu uzmanlar ne yaptı? Mühürsüz oylar geçerli sayılacak dedi. Diyebilir mi? Tekrarlayalım: D İ Y E M E Z L E R (nokta) Ama dediler ve Anayasayı ihlal ettiler. Nasıl mı? Anayasanın ikinci maddesi çok açık Türkiye Cumhuriyeti ……. laik, demokratik ve sosyal bir HUKUK DEVLETİDİR. Özü devlet hukuk kurallarına uymak zorundadır. Uymazsa ne olur? İtirazlar yapılır. Sesler yükselir. İtirazlar dikkate alınmaz, seslere kulak tıkanırsa ne olur? Çok bilinen bir atasözümüz var, imam yellenirse cemaat def’i hacet eyler diye. Atalar, nur içinde yatalar. Bugünleri mi gördünüz de ettiniz o lafları.

Bu pilav çok su kaldırır, bu konu daha çok yazı yazdırır.

Sevgiyle…