Birinci Cihan Harbi –bakmayın
siz bozguncu solcuların Birinci Paylaşım Savaşı demelerine, hele paylaşılacak
parsanın cihan imparatorluğu Devleti Ali Osmani demelerine, hiç Allah’ın
yeryüzündeki gölgesi halifei müminin Sultan VI. Mehmet Vahideddin Efendimiz
izin verir miydi böyle bir kepazeliğe, Devleti Ali Osmani cihat ilan ettiğinde
Anadolu’daki Müslüman Türkler dışında sancağın altında Müslümanların toplanmamış
olmasına da bakmayın, onlar zaten haindi- bu arada nerede kalmıştık? Hah tamam,
Birinci Cihan Harbinde kalmıştık. Harp nihayete ermiş, Müslüman kayzerin
beceriksiz askerleri Evropa’da basiretsizlikleri neticesinde mağlubiyetin acı
şerbetini içince, -Çanakkale gibi havanın güzel olduğu yerlerde- üçler yediler
kırklar erenler evliyaların imdadına yetiştiği –Sarıkamış çok soğuk olduğu içün
bu erenler evliyaların soluğu donmuş-, Kuttül Amare gibi en büyük cephelerde
İngiliz küffarını perişan etmiş –Kanal Cephesinde acayip dayak yemişiz ama o
cephe zaten önemli değil süt cephesi kabilinden bir şey- Osmanlı ordusu da
mağlup sayılmış –ama Almanya futbol denen küffar oyununda Dünya Şampiyonu
olduğunda neden bizi de şampiyon saymadılar bilinmez-. Mağlubiyetten sonra
memlekete misafir ettiğimiz İngiliz küffarı, Frenk gavuru, Yunan keferesi ve
İtalyan tömberi –onlara bir sıfat kalmadı idare ediverin gari- hidayete ermişler ve Müslümanlığın ne büyük bir
din olduğunun farkına varıp, halifei müminine hizmete başlamışlar. O kadar ki
ünlü dürrüklerden[i] Şeyhülislam
Dürrizade Abdullah Efendi’nin“Dünya düzeninin sebebi olan ve kıyamet gününe kadar Ulu
Tanrı’nın daim eyleyeceği İslâm Halifesi Hazretleri’nin veliliği altında
bulunan İslam memleketlerinde bazı kötü kimseler anlaşarak ve birleşerek ve
kendilerine elebaşılar seçerek Padişah’ın sadık uyruklarını hile ve yalanlarla
aldatmakta, yoldan çıkartmaktadırlar. Padişahın yüksek buyrukları olmaksızın
asker toplamaktadırlar. Görünüşte askeri beslemek ve donatmak bahaneleriyle,
gerçekte ise mal toplamak sevdasıyla, şeriata uymayan ve yüksek emirlere aykırı
bir takım haksız ödemeler ve vergiler koymakta ve çeşitli baskı ve işkencelerle
halkın mal ve eşyalarını zorla almakta ve yağmalamaktadırlar. Böylece insanlara
zulmetmekte, suçlamakta ve Padişahın ülkesinin bazı köy ve şehirlerine
saldırmak suretiyle tahrip ve yerle bir etmektedirler. Padişahın sadık
tebaasından nice suçsuz insanları öldürmekte ve kan döktürmektedirler. Padişah
tarafından atanmış bazı dini, askeri ve sivil memurları istedikleri gibi
memuriyetten çıkarmakta ve kendi yardakçılarını atamaktadırlar. Hilâfet merkezi
ile Padişah ülkesi arasındaki ulaştırmayı ve haberleşmeyi kesmekte ve devletin
emirlerinin yapılmasına engel olmaktadırlar.
Böylece, hükümet merkezini tek başına bırakmak, Halifenin
yüceliğini zedelemek ve zayıflatmak suretiyle yüksek Hilafet katına ihanet
etmektedirler. Ayrıca Padişah’a itaatsizlik suretiyle devletin düzenini ve
asayişini bozmak için düzme yayımlar ve yalan söylentiler yayarak halkı
azdırmaya çalıştıkları da açık bir gerçektir. Bu işleri yapan yukarıda
söylenmiş elebaşılar ve yardımcıları ile bunların peşlerine takılanların
dağılmaları için çıkarılan yüksek emirlerden sonra bunlar, hala kötülüklerine
inatla devam ettikleri takdirde işledikleri kötülüklerden memleketi temizlemek
ve kulları fenalıklardan kurtarmak dince yapılması gerekli olup, Allah’ın
“öldürünüz” emri gereğince öldürülmeleri şeriata uygun ve farz mıdır” Beyan
buyrula?
Cevap: Allah bilir ki olur.
Dürrizâde El-Seyid Abdullah
Böylece Padişahın ülkesinde savaşma kabiliyeti bulunan
müslümanların adil Hâlifemiz Sultan Mehmet Vâhdettin Han Hazretlerinin
etrafında toplanarak savaşmak için yapacağı davet ve vereceği emre uymak
suretiyle adı geçen asilerle çarpışmaları dince gerekir mi? Beyan Buyrula.
Cevap: Allah bilir ki gerekir.
Dürrizâde El-Seyid Abdullah
Bu takdirde, Halife Hazretleri tarafından sözü edilen asilerle
savaşmak üzere görevlendirilen askerler, çarpışmazlar ve kaçarlarsa büyük
kötülük yapmış ve suç işlemiş olacaklarından dünyada şiddetle cezayı, ahirette
de çok acı azâbı hakk ederler mi? Beyan Buyrula.
Cevap: Allah bilir, ederler,
Dürrizâde El-Seyid Abdullah
Bu takdirde, Halife askerlerinden asileri öldürenler gazi,
asilerin öldürdükleri şehit sayılırlar mı? Beyan buyrula.
Cevap: Allah bilir ki, sayılırlar.
Dürrizâde El-Seyid Abdullah
Bu takdirde, Padişah’ın asilerle savaşmak için verdiği emre itaat
etmeyen müslümanlar, günahkar ve suçlu sayılıp şeriât yargılarına göre
cezalandırılmayı hak ederler mi? Beyan buyrula.
Cevap: Allah bilir ki, ederler.
Dürrizâde El-Seyid Abdullah”
fetvasına
dayanarak misafirlerin misafirliğine itiraz edenler hakkında idam fermanları çıkarılmıştır.
Kimdi bunlar? “Selanikli Mustafa Kemal Efendi, Eski yirmi
yedinci fırka kumandanı miralaylıktan emekli İstanbullu Kara Vasıf Bey, Eski yirminci kolordu kumandanı Mirliva Salacaklı Fuat Paşa ile
Eski Vaşingtın (Washington) elçisi ve Ankara milletvekili Midillili Alfred Rüstem ve
sıhhiye eski müdürü İstanbullu Doktor Adnan Bey ile Üniversite Batı Edebiyatı eski öğretmeni Halide Edip Hanım”.
16 Mayıs
1919 günü Bandırma vapuru ile İstanbul’dan ayrılan ve 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a
ayak basarak emperyalizme karşı başarıya ulaşacak ilk ulusal direnişi başlatan
Atatürk hain; işgalcileri baş tacı eden, Kurtuluş Savaşının başarıya
ulaşacağını anlayınca “Dersaadet İşgal
Orduları Başkumandanı General Harringthon cenablarına.
İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden
İngiltere devleti fahlmesine iltica ve bir an evvel İstanbul'dan mahalli ahara
naklimi talep ederim efendim.
16 Teşrinisani (Kasım) 1922Halifei
Müslimin Mehmet Vahidettin”
diye mektup yazan 36. Padişah VI. Mehmed Vahideddin/Vahidüddin/Vahdettin cihan
padişahı, kahraman öyle mi?
Hadi oradan…
Bir de
Atatürk Anıtlarına çelenk koymayı izne mi bağlamışlar ne? İzinsiz çelenk
koyunca ne yapacaklar çok merak ettim. Tutuklayacaklar mı? Dava mı açacaklar?
Öyle bir dava açılırsa kendi adıma, iddianameyi madalya gibi göğsüme asarım çünkü
biz Bursa Nutkunu okuduk ve pusula belledik haberiniz olsun.
“Türk Genci, devrimlerin ve
cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok
inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz
düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu,
"Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü
vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla
kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları
bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve
cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman
yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; 'Demek adliyeyi
ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.' diyecek.
Onu hapse atacaklar. Yasal
yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise
telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine
çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "ben inanç ve
kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya
haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri
düzeltmek de benim görevimdir.
İşte benim anladığım Türk Genci
ve Türk Gençliği!”
Son
olarak:
“Arkadaşlar! Gidip, Toros Dağları'na bakınız,
eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa,
şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez.”
Saygıyla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder