7 Mayıs 2017 Pazar

Görev Bizi Bekler*

Hukuk Fakültesi ikinci sınıfında seçimlik olarak aldığım İnsan Hakları Dersinin final sınavında Tanzimattan günümüze Türkiye’de insan hakları alanında yaşanan en büyük atılım sizce nedir? sorusu sorulmuştu. Sorudaki sizce sözcüğüne de aldanarak memurların yeni başlayan ve her türlü baskıya direnen sendikalaşma/örgütlenme mücadelesini yazmış ve finalde çakarak dersi tekrar almak zorunda kalmıştım. Çünkü hocamıza göre doğru yanıt 27 Mayıs İhtilali idi. Yılarca acaba hocamız haklı olabilir mi sorusuyla yaşadım. Sonra M. Emin DEĞER’in Oltadaki Balık Türkiye, Cengiz ÖZAKINCI’nın Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni Osmanlıcılık Hareketi, Mustafa YILDIRIM’ın Sivil Örümceğin Ağında, Cüneyt ARCAYÜREK’in Derin Devlet, Erol MÜTERCİMLER’in Komplo Teorileri ve adını sayamadığım bir sürü kitabı aynı dönemde okudum ve sınavda verdiğim YANLIŞ yanıtın aslında DOĞRU olduğunu bir kez daha anladım.
1947’de, Cumhuriyet Döneminde ilk kez aldığımız ABD yardımıyla hem bağımsızlığımızın sonuna geldiğimizi hem de üç askeri darbenin de temelinde ABD’nin ve Tek Dünya Devleti hedefinin olduğunu bir kez daha ve kesin olarak anladım.
1998-2001 yılları arasında bin yeni tank alımı ve zırhlı birliklerin geniş kapsamlı modernizasyonu projesi gündemdeydi. Bu proje için 8 milyar dolar ayrılmıştı. Fransa, Rusya, İsrail ve ABD’den gelen örnekler Ankara’da, Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı’nda inceleniyordu. PKK lideri Abdullah ÖCALAN’ın yakalanmasıyla Güneydoğu Anadolu’da devlet yeniden egemen oldu ve göreli bir istikrar sağlandı. Böylece ülkemizin güneydoğusundan geçen uyuşturucu trafiği Karadeniz’in kuzeyine kaydı ve ülkeye giren kara para kesildi. Uzmanların görüş birliğine vardıkları gibi bu çapta bir modernizasyon ancak kara para ile finanse edilebileceğinden tank alım ve modernizasyon projesi rafa kaldırıldı.
Askerliğimi yaparken -tank astteğmen olarak yaptım- bir uzman çavuş “Komutanım sen bilirsin, gerçekten irtica tehlikesi var mı?” diye bir soru sordu. “Ormanı yok edersen erozyonun önüne geçemezsin, doğal engelleri yok edilmiştir çünkü” yanıtım üzerine Bölük Komutan vekili üsteğmen “Hop astteğmenim, siyaset yapmayalım” diye uyardı. Yanıtın devamını duymaya tahammülü yoktu. 12 Mart ile başlayan ve 12 Eylül ile doruk noktasına ulaşan zincirle, irticanın ve karşı devrimin önündeki doğal engeller, asker eliyle ortadan kaldırılmıştı. Bugün geldiğimiz nokta ortadadır.
Üzerinde yaşadığımız topraklar jeopolitik ve jeostratejik konumu, sahip olduğu yer altı ve yer üstü kaynakları nedeniyle tarihin her döneminde ilgi odağı olmuştur. Bugün karşı karşıya olduğumuz tehlike içinde bulunduğumuz coğrafyada yaşayan halklardan kaynaklanmamaktadır. Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Abhaz, Ermeni olmamız bir şeyi değiştirmediği gibi dünyanın başka bir yerinde yaşamamız da tehlikeyi küçültmeyecekti. Tehlike tüm dünyayı ahtapot gibi saran Yeni Dünya Düzeni ve nihai hedefi olan Tek Dünya Devletidir.
2009 yılı içinde bir sosyal paylaşım sitesinde dolaşan ve CNN haber programlarına konu olan bir gelişmeye tanık olduk: Kuzey Amerika Birliği. Avrupa’nın ardından Kanada, Amerika Birleşik Devletleri ve Meksika’nın, Avrupa Birliği benzeri bir yapılanmaya doğru yol aldıklarını, bu üç ülke arasındaki sınırların kaldırılacağını, üç ülkedeki ulusal paralar yerine Amero denilen ortak bir para biriminin kullanılacağını haber yaptıktan sonra yorumlara geçiyordu haber programı. Bu yorumların iki temel yönü vardı. Birincisi o çok övündükleri ABD anayasasının ortadan kalkacağı; ikincisi ise sırada Afrika Birliği ve Asya Birliğinin olduğu ve nihai amacın Tek Dünya Devleti olduğuydu.
Yaygın bir teoriye göre başta ABD olmak üzere tüm gelişmiş devletleri ve doğal olarak dünyayı 40-50 kişilik bir grup yönetmektedir. Ülkemizde Saklı Seçilmişler adıyla gösterilen Skull and Bones (Kafatası ve Kemik) adlı filmde bu kadronun nasıl belirlendiği, nasıl yetiştirildiği ve dünyayı nasıl yönettikleri, pek inandırıcı olmasa da, anlatılmaktadır. Bu teoriye göre dünya zaten tek bir hükümet tarafından yönetilmekte ve ABD dışındaki ülkelerin hükümet liderleri bile bu grup tarafından belirlenmektedir. Dolayısıyla bu tek hükümetin tek hedefi kalmıştır: Tek Dünya Devleti.
Teorinin, ayrıntılarını bir yana bırakırsak ve ekonomik ve siyasi birkaç gerçeği alt alta sıralarsak gerçekten ve gerçekleşmekten çok uzak olmayan bir teori olduğunu görürüz.
Ülkemizde olduğu gibi tüm dünyada zenginliğin %80’inini, dünya nüfusunun yaklaşık %20’si kontrol etmektedir. %80’lik zenginliğin %80’ini ise %20’lik nüfusun %20’si (hatta belki de daha azı) kontrol etmektedir. Başka bir deyişle tüm dünyadaki ekonomik varlığın %64’ünü, tüm dünya nüfusunun %5’i kullanmaktadır[1]. Günümüzde ekonomik gücün siyasal erki kontrol ettiğini herkes
Dış kaynaklı paramiliter[2] bir örgütlenmenin ülkemize özgü biçimi olan Ergenekon, ılımlı İslam, Yeni Osmanlıcılık Hareketi nihai hedefe ulaşmada ülkemiz üzerinde kullanılan enstrümanların yalnızca bir kaçıdır. Bu ülkenin hatta içinde yaşadığımız coğrafyanın aydınlık insanlarına düşen görev ise uyanık olmak, kader ve güç birliği yaparak bu tuzaktan bir an önce kurtulmanın yollarını bulmaktır.
[1] Daha kesin rakamlar vermek gerekirse:
1) Dünyada 45.000’in üzerinde Çok Uluslu Şirket mevcuttur. Bunların 500 tanesi dünyaya yapılan doğrudan dış yatırımların %80’ini oluşturmaktadır. Bunların 434 tanesi ABD kaynaklıdır.
2)Çok Uluslu Şirketler dünya’nın en önemli 100 ekonomisi arasında yaklaşık %40 oranında bir yer kaplarlar. Ancak sıralamada bazı ulus-devletlerden sonra gelseler dahi, sağlık, eğitim, savunma vs. gibi yükümlülükleri olmadığı için reel kaynakları ulus -devletlerden daha yüksektir.
3)1990’ların sonunda, dünyada en zengin 200 insanın ekonomik varlığı geri kalan 2,5 MİLYAR kişinin ekonomik varlığına eşittir.
4)Dünyanın en zengin 3 insanının (ABD vatandaşı) ekonomik varlığı, en yoksul 48 ÜLKENİN yıllık gayri safi milli hasılasına eşittir.
5)46 ülkede 800 milyon insan kötü beslenmektedir ve her gün açlığa bağlı nedenlerden 40.000 kişi ölmektedir.
6)Savaşlarda ölen çocuk sayısı, ölen asker sayısından daha fazladır.
7)1990-1997 yılları arasında G-7’lerin (ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada) gayri safi milli hasılaları reel olarak artmış ve toplam dünya kaynaklarının %65,3’üne ulaşmıştır.
8)A.B.D’nin G-7 ‘ler içindeki payı %61’dir. Bu hesaba göre ABD toplam dünya kaynaklarının %40’ına sahiptir…
[2] İşlev ve örgütlenme olarak askeri ancak düzensiz gönüllülerden oluşan devletçe desteklenen bir tür yapı. Terim Yunanca harici anlamına gelen para ve asker anlamına gelen militer sözcüklerinden türemiştir.
* Edremit Ezberbozan Mecmuası'nda 02.10.2016'da yayımlanan yazım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder